Bu ülkenin başında çok büyük bir bela var. Son iki yüzyıldır, kâbus gibi ülkenin üzerine çökmüş bir bela. Ülkeyi içten içe çürüten bir bela. Bu bela; taklitçilik belasıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında başlayıp, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla süre gelen taklitçilik belası, günümüzde de tüm hızıyla devam etmektedir. Taklitçilik belası, bize çözümün hep dışarıda olduğunu dikte eder. Taklitçilik belası tarafından esir alınmış bir ülke, her şeyin en iyisinin her zaman dışarıda olduğunu varsayar. Kendi ülkesini daima yetersiz görürken, diğer ülkeleri sürekli gözünde büyütür. Taklitçi, kendini acizliğe ve muhtaçlığa mahkûm ettiğinden, yetkin ve ileri kabul ettiği ülkeleri her daim kendisine model olarak alır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne değin yaşanan taklitçilik gerçeği, Batı’yı taklit etme şeklinde kendini göstermiştir. Avrupa ve Amerika’yı üstün görüp, kendini alçak gören zihniyet, sürekli bir taklit paranoyası içinde yaşamaktadır. Batının sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, sanatsal, teknolojik ve benzeri her alandaki unsurlarını getirip ülkeye yamamak marifet sayılmıştır. Batının ürettiği her türlü değeri anında kapıp ülkeye monte etmeyi kendine amaç edinmiş bir zihniyet, Türkiye’yi ne kadar ileriye taşıyabilir?
Batı’yı yani Avrupa ve Amerika’yı taklit ederek, Batı’nın takipçisi olarak bir yerlere varmaya çalışanlar, aslında Batı’nın kuyruğuna takılmış acizler olduklarının bilincinde değildirler. İşin trajikomik yani, Batı’yı taklit etmeye pek meraklı ve çok hevesli bu zihniyet, aşık oldukları Batı’yı taklit etme konusunda da çok becerikli sayılmazlar. Oradan alıp buraya monte edecekleri şeyleri, ellerine yüzlerine bulaştırmakta, gözlerinin önündeki şeyi alıp ülkelerine uygulama kabiliyetinden dahi yoksundurlar.
Kendisi bir şeyler üretmek yerine, kopyalamayı tercih edenler çoktur bu ülkede. Kopyacılık merakı bugün doğmamıştır tabiî ki, kökleri ta Osmanlı’ya dayanmaktadır. Batı’yı kopyalayarak ülkelerine bir şey kazandırdıklarını zannedenler, aslında ülkelerini aşağıladıklarının farkında değildirler. Bir ülkeyi kopya ederek kendi ülkesine yapıştırmak, kopyacı ülke için büyük bir aczi yetin ifadesidir aslında. Hele ki bu ülke Türkiye ise; insanın utancı bir kat daha artmaktadır. Geçmişinde, dünya tarihine damga vurmuş, tarihin akışına yön vermiş birçok ülkenin varisi konumunda olan Türkiye’nin, gelinen nokta itibariyle kendisinin bir şeyler üretmek yerine, başkalarının ürettiklerini kopyalayan bir ülke haline dönüşmesi, insanın içini çok ama çok acıtmaktadır.
Taklitçilik belası, kopyacılık merakı, Batı hayranlığı ve benzeri bir sürü illete maruz kalmış olan Türkiye’nin, kendisi ne zaman üretmeye başlayacaktır. Taklitçilikle, kopyacılıkla nereye varılabilir ki? En iyi taklitçinin, en usta kopyacının varabileceği son nokta, taklit ettiği veya kopyaladığı şeyin kötü bir benzerini ortaya koymaktır. Yani hayatta varabileceği son nokta, orijinalinin bozuk bir imitasyonu olabilir ancak. Batının artıkları ile beslenen bir Türkiye tablosu görmek, bu ülkenin insanlarını kahretmektedir.
Taklitçiliğe, kopyacılığa, Batı hayranlığına ve benzeri şeylere karşı çıkmakla amaçlanan şey, Batı düşmanlığı değildir. Körü körüne Batı düşmanlığı yapmak Türkiye’ye hiçbir şey kazandırmaz. Batı’nın ürettiği bilgi, günümüz dünyasında, tartışılmayacak şekilde önemli bir yere sahiptir. Her ne kadar son zamanlarda Batı dışındaki coğrafyalarda da önemli bilgi üretimleri olsa dahi, bilgiyi üretmedeki liderlik hala Batı’nın elindedir. Bunu görmezden gelmek ya da yok saymak, büyük bir yanılgı olur. Bu bilgiye ulaşmak şarttır. Lakin ulaşmak, taklit etmek ve kopyalamak şeklinde olmamalıdır. Batı’nın değerlerini olduğu gibi alıp, birebir ülkeye taşımak, tamamıyla benimseyip, bütünüyle içselleştirmek, çok büyük bir cehalettir. Batı’yla her daim ilişki içinde olunmalı, Batı sürekli olarak yakından izlenmelidir. Bilgi alışverişinde bulunulmalı ve transfer edilmesi gereken bilimsel gelişmeler Türkiye’ye getirilmelidir.
Batı’nın insanlık adına ürettiğini iddia ettiği ve evrensel geçerliliği olduğunu söylediği değerlerin, iyi tahlil edilmesi ve bu ülkenin insanına uygunluk gösterdiği ölçüde Türkiye’ye getirilmesi lazımdır. Burada dikkat edilecek husus, bunları yaparken taklitçiliğe ve kopyacılığa düşmemektir. Çünkü esas olan düşünce ve fikir üretmektir. Batı’nın ortaya koyduğu düşüncenin, fikrin daha ilerisine gidebilmektir. Türkiye’nin dinamikleri hayata geçirilerek; siyasal, sosyal, kültürel, sanatsal, ekonomik, teknolojik ve benzeri her alanda; tüm yeryüzü coğrafyasında huzuru, mutluluğu ve refahı temin edecek bilgi, düşünce ve insani değerleri üretmek ve hayata geçirmek mümkündür.
Taklitçiliğin ve kopyacılığın en iyisi, en süperi icra edilse dahi, varılacak son nokta, her zaman için Batı’nın bir adım gerisidir. Batı’yı taklit eden Türkiye’nin, hiçbir zaman için Batı’nın bir santim dahi önüne geçmesi mümkün değildir. Batı’nın izinden gitmeyi kendisine görev edinmiş bir Türkiye’nin, kendine ait bir iz bırakması da söz konusu olamaz. Kendine özgü bir yol çizerek, kendisini takip eden ülkelere Hak ve Adaleti göstermesi, öğretmesi gereken Türkiye’nin, bu sorumluluk ve bilincin çok uzağında olması oldukça üzücüdür.
Daha İyi ve Daha Güzel Bir Gelecek Hayal Etmek
İlk önce hayal etmek gerek. Hayal olmadan insanların yeni bir şeyler yapması, mevcut durumlarından bir adım dahi ileriye gitmesi söz konusu olamaz. Hayal etmekle başlar her şey. İnsan ilk önce hayalinde canlandırır daha iyiyi ve daha güzeli. Sonrasında hayalini gerçekleştirebilmek için neler yapması gerektiğini düşünür. Planını, projesini yapar ve uygulamaya koyulur. Uygulama aşamasında da hayal devam eder. Hayal edilen şeye son şekli verilene kadar hayal kurmaya devam edilir. Plan ve projenin aksayan yönleri, gerçek hayatla uymayan tarafları çıkacaktır muhakkak. Bunların yeniden kurgulanması, tekrar tasarlanması gerekir. Yine hayal edilir, yine plan, proje geliştirilir, yine hayata tatbik edilmeye çalışılır. Taa ki; hayal edilen şey, hayatın içinde gerçek yerini bulabilene değin…
Tabi burada hayalden hayale fark olduğunu söylemek gerek. Her hayal bir değildir. Bir insanın maddi ve manevi açlıklarını tatmin etmek için, psikolojik bir savunma mekanizması olarak hayal kurması, aslında hiç gerçekleşmeyecek, gerçekleşmesi akıl ve mantık dışı olan şeyleri kafasında kurgulaması, böylelikle kendisini yalan bir dünyanın içine hapsederek, ruhsal bir rahatlama yaşaması da hayalciliktir. Bu durum; insanların hayal kurmayı, kendisini tatmin etme aracı olarak görmesi ile açıklanabilir. Bu hayaller her türlü saçmalığı ve absürtlüğü içerebilir elbette.
Burada bahsedilen hayal kurmanın, bununla hiçbir alakası yoktur. Burada bahsedilen hayal etme; insanın kendisini aşma güdüsü ile mevcut durumunun çok daha ilerisine gitme çabasının ve onu bu yola sevk eden başarma dürtüsünün neticesinde hayal kurmasıdır. Birey için, toplum için, devlet için ve en nihayetinde ülke için hatta dünya için daha iyi bir gelecek hayal etmek, daha güzel yarınların hayalini kurmak… Gerçeğe dönüşebilecek, aklın ve ruhun sınırlarını zorlayan, başkaları tarafından ortaya konmamış şeyleri hayal etmek... Sonra da bu hayalleri, hayatın içinde inşa etmek... Gerçeğe dönüşen hayallerle, her gün daha da güzelleşen, daha da mükemmelleşen bir hayatı yaşamak…
Daha iyi bir gelecek için, daha büyük ve güçlü bir Türkiye için hayal kurmak lazım. Bu ülkenin insanına hayal kurmayı bile çok gördüler. Çünkü hayal kurmak çok zararlıydı. Bugün hayal kuran insan, yarın bu hayallerini gerçekleştirebilirdi. Ve bu hayaller, bu ülkeyi, başka ülkelerin hiç ulaşamayacağı noktalara taşıyabilirdi. Oysaki Türkiye hep geride kalmalıydı. Küresel güçleri arkadan takip etmekle yetinmeliydi.
Küresel gücü elinde bulunduran ülkelerin insanları hayal kuruyor, bu hayallerini siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, sanatsal, teknolojik ve benzeri her alanda hayata geçiriyor ve böylece büyük ilerleme ve gelişmeler kaydediyor. Türkiye ise bunu seyrediyordu ve seyretmeye de devam etmeliydi. Türkiye’ye düşen görev, Küresel güçlerin müsaade ettiği ölçüde, oralarda yaşanan gelişmeleri ve ilerlemeleri ülkesine transfer etmekti. Türkiye’ye biçilen rol buydu.
Daha iyi ve daha güzel bir gelecek hayal etmek, Küresel güçlerin işidir. (Kimin için daha iyi ve daha güzel bir gelecek?!) Türkiye’nin ne haddinedir, daha iyi ve daha güzel bir gelecek hayal etmek. Türkiye’de bir şeyler ters gidiyorsa, yapılacak şey bellidir. Hemen gelişmiş ülkelere bakılır. Onlar, Türkiye’de yaşanan bu problemi kendileri nasıl aşmış, bu sorunu ortadan kaldırmak için ne yapmışlardır? Alelacele gelişmiş ülkelerin çözümü alınır ve Türkiye’de uygulamaya konulur. Mesele halledilmiştir. Koskoca ülke bu zihniyetle idare edilmiştir yıllarca. Ne kadar yazık…
Peki; Küresel gücü elinde bulunduran ülkeler, sorunlarına çözüm bulmak için nereye başvurmaktadırlar? Uzaylılarla mı danışmaktadırlar? Komik bir soru oldu değil mi? Tabi ki Onlar da problemlerini aşmak için eğer varsa Dünya’daki örnek uygulamaları incelemektedirler. Ama nihai çözümü kendisi üretmektedirler. Yanlış olan şeyin doğrusunu hayal ederek, sorun teşkil eden şeyin aslında nasıl olması gerektiğini düşünerek, kendilerine muhakkak bir çıkış yolu bulmaktadırlar. Bugün ters giden şeyin, gelecekte düzgün işlemesi için aklını kullanmakta ve fikir üretmektedirler.
Türkiye’yi daha iyi ve daha güzel bir geleceğe taşımak için hayal kurmak gerek. Bu ülkenin gerçeklerine uygun, maddi ve manevi değerlerini içeren, kendine özgü bir hukuk anlayışının hayalini kurmak gerek. Bu ülkenin ruhu ile hayat bulacak bir hukuk sistemini önce hayal etmek, sonrasında kurgulamak, devamında kanunlaştırmak ve en nihayetinde usulünce uygulamak gerek. Kendi aklımızı kullanarak, geleceği hayal ederek, en iyiyi ve en güzeli düşünerek, başkalarını kopyalamadan ve hiç kimseyi taklit etmeden, kendimiz için en uygun kanunları yapabiliriz.
Aşağılık kompleksine kapılmazsak, Batı hayranlığına takılmazsak, öz güvenimizi yitirmezsek, hayal gücümüzü kaybetmezsek eğer, yapamayacağımız şey yoktur. Bu minvalde düşünüldüğünde; Türkiye için yapılacak o kadar çok şey var ki… Lakin ilk önce yapılması gereken şey, her şeyden önce üzerinde durulması lazım gelen husus; hukuktur. Çünkü hukukun düzgün işlemediği bir yerde, hiçbir şey düzgün işlemez.
Dünyanın Örnek Alacağı Bir Model Geliştirmek
Dünya, hızla değişmekte ve gelişmekte. Aklınıza gelen ya da gelmeyen her konuda ve hayatın tüm alanlarında sürekli bir değişim, dönüşüm, yenilenme ve yeniden üretim söz konusu. Bu değişimin, gelişimin, dönüşümün ve yeniden üretimin kişi bazında ortaya çıkardığı nedenler ve sonuçlar olduğu gibi, ülkeler bazında da ortaya çıkardığı nedenler ve sonuçlar var. Ülkeler, ister istemez kendilerini çok hızlı ve amansız bir yarışın içinde bulmaktalar. Daha ileriye gitme, daha iyisini yapma yarışı, ülkelerin kendilerini değiştirmesini, dönüştürmesini ve yenilemesini kaçınılmaz kılmaktadır. Dünyada, kendilerini birçok alanda ileri seviyelere taşımış bazı ülkeler bulunmaktaysa da; bir ülkenin, her alanda kendini en üst seviyeye çıkarması mümkün değildir.
Herhangi bir konuda, dünyada hali hazırda uygulanmakta olan en iyi örnekler alınıp, Türkiye’de uygulamaya konulursa, dünya ile aynı standartlar yakalanmış olur. Tabi bu işin başarısı, örnek alınan şeyin tatbikindeki beceriye ve ülkenin bu şeye uyumundaki hızına bağlıdır. Dünyanın herhangi bir ülkesinde çok iyi sonuç veren bir uygulama, Türkiye’de istenen sonucu doğurmayabilir. Örnek alınan şeyin uygulanmasından, en iyi sonucun elde edildiğini düşünsek dahi, aslında yapılan şey bir taklitçiliktir ve gelinebilecek en iyi nokta, orijinalinin vasat bir kopyası olmaktan ileriye gidemez.
Dünyada daha önce hiç görülmemiş bir uygulamayı, ilk defa biz tasarlar, kurgular ve hayata geçirirsek; işte o zaman Türkiye, dünyadaki tüm ülkelerin önüne geçmiş olur. Türkiye, taklit eden değil, taklit edilen ülke konumuna yükselmiş olur. Orijinal şeyleri ortaya koymak, herkesin harcı değildir. Öncelikle; üstün bir zekâya, geniş bir anlama kabiliyetine, yüksek bir kavrama becerisine, özgün bir düşünme yeteneğine ve benzeri niteliklere sahip olmak gerekir. Sonrasında ise bunları harekete geçirebilme ve kullanabilme yetkinliği lazımdır. Görülmemişi, duyulmamışı, söylenmemişi ve hiç düşünülmemişi ortaya koymak çok zordur; ama imkânsız değildir. Önemli olan bunun bilincinde olmaktır. Türkiye’nin ileriye, daha ileriye, en ileriye gitmesinin yolu budur…
Şu an dünyada tatbik edilmekte olan; ancak Türkiye ile karşılaştırıldığında bize çok garip gelen birçok uygulama mevcuttur. Bizim anlam veremediğimiz; lakin bazı ülkelerin uzun zamandır kullandığı ve halen de kullanmaya devam ettiği bu şeyler, hayatın bir gerçeği olarak yeryüzünde yaşanmaktadır. Herkesçe bilinen iki örneği ele alarak, hayatın değişik alanlarında, çok farklı uygulamaların nasıl yer bulabildiğini ortaya koyalım. Şöyle ki; “Kadınların askerlik yapması” ve “Jürili yargılama sistemi”, Türkiye dışındaki bazı ülkelerde uygulanmaktadır. Türkiye ile karşılaştırıldığında bu uygulamalar neyi ifade etmektedir?
Kadınlar, bazı ülkelerde zorunlu askerlik hizmetiyle yükümlü tutulmuşlardır. Türkiye’de sadece erkekler için zorunlu olan askerlik hizmeti, dünyanın bazı ülkelerinde erkek – kadın ayrımı gözetilmeksizin tüm ülke vatandaşları için geçerlidir. Örneğin; İsrail ve Norveç’te kadınların askerlik yapması zorunludur. Bu ülkelerde, askerlik çağına gelen her kadın, tıpkı erkekler gibi askerlik hizmetine alınmaktadır. Kadınlara gerekli askeri eğitimler verilerek, belirlenen süre zarfında orduda görev yapmaları sağlanmaktadır. Bazı ülkelerde ise askerlik görevi kadınlar için zorunlu tutulmamakla beraber, ordudaki kadınların oranı oldukça fazladır. Örneğin Ukrayna ordusunun % 25’i, Amerika Birleşik Devletleri ordusunun % 20’si, Rusya ordusunun % 10’u, Britanya ordusunun % 9’u kadınlardan oluşmaktadır. Dünya’nın birçok ülkesiyle kıyaslandığında, kadınların orduda bu kadar yüksek sayıda yer alması tuhaf bir durum olarak karşılanabilir. Birçok kimsenin garipsediği bu durum, söz konusu ülkeler için sıradan bir uygulama haline gelmiş ve askeri sistemlerini bu yönde kurgulayarak, kadınların aktif olarak yer aldığı bir ordu düzenini hayata geçirmişlerdir.
Amerika Birleşik Devletleri’nin hukuk sisteminde jürili yargılama uygulaması vardır. Hollywood filmlerinde sıkça gördüğümüz; ancak çok fazla anlam veremediğimiz bu uygulamada; sanığın suçlu olup olmadığına yargıç karar vermez. Sanığın suçluluğuna veya suçsuzluğuna jüri karar verir. Jüri, Amerikan vatandaşları arasından seçilmiş belli kriterlere sahip kişilerdir. Jürinin görevi, lehte ve aleyhte bütün delilleri inceledikten ve tanıkları dinledikten sonra, bu delillerin ve ifadelerin ışığında; sanığın, isnat edilen suçları işleyip işlemediğine karar vermektir. Jüri, cezaya karar vermez. Cezaya yargıç karar verir. Yani hangi kanunların uygulanacağına, sanığın ne tür bir cezaya çarptırılacağına, kaç yıl ceza alacağına karar vermek yargıcın işidir. Jüri, sadece “suçlu” ya da “suçsuz” şeklinde karar verir. Türk hukuk sistemiyle karşılaştırıldığında oldukça garip bir uygulama olarak algılansa da, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve İngiltere’de jürili yargılama sistemi uzun yıllardır vardır ve halen de uygulanmaktadır.
Görüldüğü üzere, farklı konulara ilişkin olarak, değişik ülkelerde bambaşka uygulamalara rastlamak mümkündür. Uygulamaların doğruluğu veya yanlışlığı ayrıca tartışılır; ancak sıradanlığı aşarak, en iyi ve en mükemmel uygulamaları bulmak için çok çalışmak ve büyük gayret göstermek gerekmektedir. Aklın tüm nimetlerini değerlendirerek, kalıpların içine hapsolmadan, özgür ve özgün düşünerek, zihnin sınırlarını zorlayarak, hayal gücünü sonuna kadar kullanarak fikir üretmek lazımdır. Dünyada daha önce hiçbir ülkenin akıl edemediği, düşünüp bulamadığı, kurgulayıp hayata geçiremediği şeyleri bizim bulabilmemiz ve gerçekleştirebilmemiz çok önemlidir. Hakiki manada Türkiye’yi büyük ve güçlü bir devlet yapmanın tek yolu budur.
Her konuda dünyaya öncülük etmek, daha iyi ve daha güzel bir geleceğe ulaşmak için düşünce üretmek gerek, yeni fikirler ortaya koymak gerek. Düşüncenin önündeki engellerin kaldırılmasıyla, düşünme potansiyelimizin tamamının harekete geçirilmesiyle birlikte, bugün için aklımızın ve hayalimizin alamayacağı birçok şeyi, geleceğe yönelik olarak planlama, programlama ve uygulama başarısına ulaşabiliriz.