İnsanlar, kelimeler ile düşünür. Kelimelerin zihnimizde canlandırdığı anlamlar, düşünsel faaliyetimizi belirleyen ana unsurlardan birisidir. Kelimelere hangi manaları yüklüyorsak, düşünme eyleminin alacağı şekilde o çerçevede olacaktır. Yani düşünme sürecimizin yönünü belirleyen en önemli etkenlerin başında sözcükler gelir. Düşüncelerimiz, sözcüklerin zihnimizde oluşturdukları yansımaların paralelliği ile doğru orantılıdır. Düşünce dünyamızı şekillendiren sözcükler, bilgi üretiminin temel taşlarıdırlar.
Kavramların doğru tanımlanması, sağlıklı bir fikir üretimi için atılması gereken ilk adımdır. Kavramlar yanlış veya eksik tanımlanmışsa, bu kavramlara dayalı olarak yapılacak fikir üretimi de yanlış ya da eksik olacaktır. Doğru anlamlandırılmamış kavramlar zihin kirliliğine yol açacaktır. Birbirleri ile uyumlu olması gereken kavramların, birbirleri ile çelişmesi, zihni bulanıklaştıracaktır. Dolayısıyla; kavramlara gerçek manasını vermekte aciz kalan ve kavramları birbirleri ile bağdaştıramayan, bütünleştiremeyen ve aralarında bir ilişki kuramayan akıl, kendi içinde büyük bir çöküş yaşayacaktır.
Dünyanın globalleşmeye başlamasıyla birlikte, kavramlar da küreselleşmeye başladı. Küresel Güçler olarak tabir ettiğimiz dünyayı şekillendiren aktörler, kültürel emperyalizm uygulayarak, tüm dünyanın kendi ürettikleri kavramlar çerçevesinde düşünmesini sağlamaya çalışmaktalar. Küresel Güçlerin tüm dünyaya ihraç ettikleri bu kavramların bazıları evrensel değerlere sahip olup, tüm insanlığın faydasına olan şeyler iken; bazı kavramlar ise art niyetli bir şekilde ortaya atılan ve kendilerinden olmayanları sömürmeye yönelik kültürel manipülasyonlardır.
“Ortadoğu” kavramı, ilk defa 1902 yılında Amerikan deniz subayı, tarihçi ve stratejist Alfred Thayer Mahan tarafından kullanıldı. Mahan, “Ortadoğu” tabiri ile Arabistan ve Hindistan arasındaki bölgeyi kastetmekteydi. Daha sonra bir İngiliz gazetesi olan The Times’ta yayınlanan birkaç yazısında “Ortadoğu” kavramını kullanan dış politika editörü Valentine Chirol, “Ortadoğu” için daha farklı bir alanı tarif etmiştir. Chirol, Basra Körfezi ve çevresini “Ortadoğu” olarak adlandırmıştır. 1939 yılında Amerika’da kurulan Middle East Supple Center adlı ekonomik kuruluş, “Ortadoğu” ifadesini tüm dünyada kullanılır hale getirmiştir. Bu kuruluşun ortaya koyduğu “Ortadoğu” kavramı ise Libya’dan Afganistan’a kadar uzanan çok geniş bir bölgeyi kapsamaktaydı.
Görüldüğü üzere; Ortadoğu kavramı, Batılıların icat ettiği bir kavramdır. Avrupa’yı merkeze alan bir bakış açısıyla dünyayı coğrafi yönlere göre tanımlama çabasıdır. Avrupa merkeze konularak, Avrupa’nın doğusunda kalan coğrafi alan üçe bölünerek tasnif edilmiştir. Buna göre yakın doğu, orta doğu ve uzak doğu diye üçe bölünmüş bir doğu coğrafyası söz konusudur. İlk önceleri Yakındoğu, Balkanlar ve Türkiye’yi; Ortadoğu, İran ve Hindistan arasındaki bölgeyi; Uzakdoğu, Çin ve Japonya’yı ifade etmekteydi. Daha sonra bu anlayış değişime uğradı. Yakındoğu tabiri işlevsiz hale gelirken, Ortadoğu kavramı daha farklı bir bölgeyi anlatmak için kullanılır oldu. Yani kuzeyde Türkiye, güneyde Yemen, batıda Mısır ve doğuda İran ile çerçevelenmiş olan bir bölgenin adı haline geldi. Uzakdoğu kavramı ise ilk zamanlardaki gibi kullanılmaya devam edildi.
Avrupa insanının bakış açısı ile belli bir anlam ifade eden Ortadoğu kavramı, aslında coğrafik açıdan dünyadaki diğer insanlar tarafından hiçbir anlam ifade etmez. Yani bir İngiliz için anlamlı olan Ortadoğu tanımlaması, bir Hintli için anlamsızdır. Çünkü İngiltere’nin doğusunda kalan ve bir Ortadoğu ülkesi olan Yemen, Hindistan’ın batısında kalmaktadır. Yani bir Hintlinin coğrafik tanımlaması ile Hindistan merkeze konulduğunda Yemen batıda yer alan bir devlettir.
Ortadoğu kavramı, coğrafi bir tanımlamaymış gibi görünse de; aslında daha çok siyasi bir tanımlamadır. Avrupa merkezli, özellikle de İngiliz odaklı bir yaklaşımın neticesinde doğmuş bir mantalitenin ürünüdür. Dünya coğrafyasının bir bölgesini, temelinde siyasi hesaplar ve politik kaygılar olan bir anlayışla çerçeveleme işlemidir. Yeryüzünü, kendi plan ve projeleri doğrultusunda tasnif edip, belirli coğrafi bölgelere ayıran Küresel Güçler, şahsi amaç ve hedeflerini gerçekleştirmek için bölgesel bazda çalışmalar yapmaktadırlar.
Küresel Güçler, Ortadoğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda tarif ederek, kendi menfaatlerine göre şekillendirme gayretindedirler. Küresel Güçlerin Ortadoğu algısı ile Ortadoğu’yu anlama ve anlamlandırma gafletine düşmemiz durumunda ki, şu an için tüm dünya bu şekilde yapmaktadır, büyük bir yanılgıya saplanıp kalırız. Ortadoğu kavramı ile işaret edilen coğrafyanın, dünü, bugünü ve yarını için bildiklerimiz ya da bilmediklerimiz, Küresel Güçler tarafından tasarlanmış ve uygulanmış şeylerdir.
Yüzyılı aşkın bir süredir Ortadoğu’yu acımasızca sömüren Küresel Güçlerin bu hegemonyasına son vermek için ilk yapmamız gereken şey; şu an için “Ortadoğu” olarak tarif edilen bölgeye yeni bir isim bulmaktır. Çünkü Ortadoğu’nun, kandan ve gözyaşından kurtulmasının ilk adımı, Ortadoğu insanının zihnindeki yanlış algının yok edilmesi olacaktır. Küresel Güçlerin, kirlettiği ve bulanıklaştırdığı Ortadoğu halklarının zihinlerinin, doğru ve sağlıklı bir şekilde çalışabilir hale gelebilmesi için, Ortadoğu insanının kendisini, “Ortadoğu” olarak tarif etmekten kurtarılması gerekmektedir. Kendisini Küresel Güçlerin ağzı ile tanımlayan bir insanın, Küresel Güçlerin oyunlarına karşı koyması düşünülemez. Küresel Güçlerin kan ve gözyaşı ile kodladığı “Ortadoğu” tabiri, yıllardır sömürülen Ortadoğu halklarının en önemli sembolü haline gelmiştir ve bu sembol ortadan kaldırılmadıkça; Ortadoğu’yu tanımlayan yeni bir kavram üretilmedikçe, Küresel Güçlerin istismarını sonlandırmak mümkün olmayacaktır.
Şu anki “Ortadoğu” kavramı, nasıl ki coğrafi bir kavram gibi görünmesine rağmen aslında siyasi hesaplar ve politik kaygılar güdülerek ortaya konulmuş bir tanımlama ise; söz konusu bölgeye konulacak yeni isim de yine siyasi hesaplar ve politik kaygılar gözetilerek belirlenecektir. Lakin bu sefer söz konusu topraklara ismini koyan Küresel Güçler değil, bu toprakların gerçek sahibi olan Ortadoğulular olacaktır. Ortadoğu’yu şekillendirmenin ilk adımı olarak bölgeye isim koyma işini, bu sefer bölgeyi sömürenler değil, bu bölgede yaşayan halklar yapacaktır.
Ortadoğu’ya yeni bir isim koyarken, nasıl bir Ortadoğu istediğimizi düşünerek hareket etmeliyiz. Yani şu an için Ortadoğu’da bulunmayan; ancak Ortadoğu’da kesinkes bulunmasını istediğimiz şeyleri göz önünde bulundurarak bir isim belirlemeliyiz.
Ortadoğu’ya yeni bir isim koyarken; Ortadoğu insanının, kendisini onunla özdeşleştirebileceği bir kavram seçmeye özen göstermeliyiz. Ortadoğu halklarının, hiç tereddüt etmeden benimseyebileceği ve içselleştirebileceği bir tanımlama olmalıdır yeni Ortadoğu tanımlaması.
Ortadoğu’ya yeni bir isim koyarken; bu vesileyle de tüm dünyaya çok önemli mesajlar vermeliyiz. Özellikle de Küresel Güçlere anlamlı ve kesin mesajlar gönderebilmeliyiz. Öyle ki; Ortadoğu’nun artık onların Ortadoğu’su olmadığını ve yeni Ortadoğu’nun bundan sonra Ortadoğu’nun gerçek sahiplerinin, yani Ortadoğu halklarının olduğu gerçeğini kafalarına iyice sokabilsinler.
Hepimizin görmek istediği yeni Ortadoğu; kan ve gözyaşının akmadığı, insanların acı çekmediği, halkların mutlu, huzurlu ve barış içinde yaşadığı yeni bir Ortadoğu’dur. Hem kendi coğrafyasında istikrarın, güvenin ve barışın teminatı olacak olan yeni Ortadoğu, hem de tüm yeryüzünde istikrarın, güvenin ve barışın teminatı olacaktır.
Ortadoğu’da eksik olan şey ne ise; yeni Ortadoğu kavramını, eksik olan “O” şey üzerine kurmalıyız. Ortadoğu’da bunca problemin yaşanmasına, bunca karmaşık sorunun ortaya çıkmasına neden olan “O” eksik şeyin gerçek manada tespitini yapmak çok önemlidir. Eksikliğin ne olduğunu iyi tahlil edersek; yeni Ortadoğu kavramını, bu eksikliğin giderilebilmesi için en güzel anlamı ifade edecek şekilde yeniden tasarlayabiliriz. Eksik olan şeyi, ne kadar çok ön plana çıkarabilirsek ve yine eksik olan şeyi, insanların aklında ne kadar uzun süreyle tutabilirsek; dikkat çekmek istediğimiz “O” şeye maksimum düzeyde odaklanma sağlayabiliriz.
Ortadoğu’da kan ve gözyaşı neden var? Ortadoğu ülkelerinde insanlar neden aç? Ortadoğu’da çocukların açlıktan ölmesi neden önlenemiyor? Ortadoğu insanı, neden birbirini boğazlamaya çalışıyor? Kardeşçe yaşamak yerine neden birbirlerini öldürmeye bu denli hevesliler? Aynı ülkenin vatandaşı olan iki Ortadoğu insanından biri, diğerini öldürmek için neden bu kadar istekli? Aynı coğrafyayı paylaşan komşu Ortadoğu devletleri neden birbirlerine saldırmayı maharet olarak görüyorlar? Birbirlerinin topraklarında neden gözleri var bu devletlerin? Ortadoğu’da insanları, bu denli bir acımasızlığa iten şey ne?
Ortadoğu’ya, neden sürekli olarak başka devletler müdahalede bulunuyor? Ortadoğu coğrafyasında, neden binlerce kilometre uzaktan gelen devletler ahkâm kesmeye çalışıyor? Ortadoğu devletlerinin iç işlerine, neden hep birileri dışarıdan burunlarını sokmaya uğraşıyor? Ortadoğu devletleri, kendi sorunlarını kendi başlarına neden çözemiyorlar? Ortadoğu ülkeleri kendi iç sorunlarını ve komşuları ile ortaya çıkan problemlerini neden kendi özgür iradeleri ile halledimiyorlar? Ortadoğu ülkelerini bu kadar aciz kılan ve dış dünyaya bu kadar bağımlı hale getiren şey ne?
Ortadoğu ülkelerinde neden barış, huzur, güven ve refah yok? Dünyanın gelişmiş ülkeleri olarak tabir edilen; Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, İsveç, Danimarka, Japonya, Güney Kore ve benzeri ülkelerin yaşam standartlarını neden Ortadoğu ülkelerinde de göremiyoruz? Ortadoğu ülkelerinde yaşayan insanlar, neden bu saydığımız ülkelere gidebilmek için can atıyorlar? Kendi doğdukları ülkelerinden kaçıp, gurbette yaşamaya neden bu kadar çok meraklı Ortadoğu insanı? Canlarını hiçe sayarak, kaçak yollarla Avrupa ülkelerine gitmeye çalışan Ortadoğu insanı, vatanını terk etmek için nasıl bu kadar gözü kara hareket edebiliyor? Hangi şey, bir insanı ölümü pahasına kendi topraklarından kaçmaya zorlayabilir?
Tüm bu soruların tek bir cevabı var:
“HAK” ve “ADALET”
Ortadoğu’da yüzyılı aşkın bir süredir “Hak ve Adalet” yok. Hak ve Adaletin olmadığı bir yerde, doğal olarak yukarıdaki sorunların yaşandığı bir coğrafya ortaya çıkıyor. Hak ve Adaletin, Ortadoğu’da neden olmadığı ile alakalı olarak söylenecek o kadar çok şey var ki…
Gerçek olan şu ki; Ortadoğu’ya Hak ve Adalet gelmeden Ortadoğu’da akan gözyaşı ve kan durmayacaktır. Ortadoğu’ya Hak ve Adaletin gelmesi mümkündür. Lakin bu çok güç bir iştir. Hak ve Adaletin kaybolduğu yere, Hak ve Adaleti yeniden getirmek çok zor bir şeydir. Ama imkânsız değildir. Bunun için ilk önce inanmak gerek. Sonra da çok iyi stratejiler üretmek lazım. Ve son olarak da çok çalışmak şart. Nihayetinde başarı muhakkak gelecektir.
Lakin, her şeyden önce yapmamızın elzem olduğu bir şey var. O da Ortadoğu kavramını yenilemek. Küresel Güçlerin tanımladığı bir coğrafyadan ve kimlikten kurtulmak. Ortadoğu coğrafyasını yeniden isimlendirirken, Ortadoğu’nun en çok ihtiyaç duyduğu şeyleri yani Hak ve Adaleti, bu coğrafyaya isim olarak vereceğiz. Artık “Hak ve Adalet Diyarı” diyeceğiz Ortadoğu’ya.
Ortadoğu’ya “Hak ve Adalet Diyarı” demekle, tabiî ki Ortadoğu’ya Hak ve Adalet gelmeyecektir. Ortadoğu’ya Hak ve Adaletin gelmesi uzun bir zaman alacaktır ve bu yolda meşakkatli bir süreç yaşanacaktır. Ortadoğu’nun adını “Hak ve Adalet Diyarı” koyarak, Hak ve Adaletin her şeyden önemli olduğunu ve her sorunu çözmenin; ancak ve ancak bu iki değeri hayata hâkim kılmakla mümkün olduğuna vurgu yapmış olacağız.
Ortadoğu coğrafyasında yaşayan herkes, bu bölgenin adı “Hak ve Adalet Diyarı” olduktan sonra kendisini Hak ve Adalet kavramları ile öylesine özdeşleştirecek, Hak ve Adalet kavramlarını o denli içselleştirecek ki; hayatlarını tamamen bu kavramlar üzerine kuracaklardır. Hak ve Adaletin hayatlarında olmamasını, ölümle eşdeğer görecekler ve her ne pahasına olursa olsun her zaman Hak ve Adaleti talep edeceklerdir. Hak ve Adaleti, hayatlarının vazgeçilmez temel unsurları olarak gören, Hak ve Adalet olmadan yaşamanın hiçbir anlamı olmadığını düşünen insanlardan oluşan bir Ortadoğu coğrafyası ortaya çıkacaktır.
Ortadoğu için güzel temennilerimizin gerçekleşmesi ve iyi dileklerimizin en kısa zamanda hayat bulması için ilk adım olarak Ortadoğu’nun adını yeniden koyuyoruz ve bundan sonra yeryüzünde Ortadoğu diye tarif edilen coğrafi bölgeye “HAK VE ADALET DİYARI” diyoruz.