Hukuk; zamana, mekâna ve insana şekil verir. Hayatı düzenleyen, topluma ve devlete nizam getiren hukuk, insanca yaşamak için gerekli olan ortamın kurulmasını ve devamını sağlar. Ülkenin; dününü belirlemiş olan, bugününü idame ettiren ve geleceğini dizayn edecek olan hukuk, hem tüm iyiliklerin kaynağı, hem de tüm musibetlerin sebebi olabilir. Hak ve Adalet esaslı bir hukuk; insanların, mutlu ve huzurlu bir hayat sürmelerini; en güzel hayallerini hatta ulaşılmazmış gibi görünenlerini bile gerçekleştirebilecekleri bir dünyayı kurmalarını sağlarken; Haksız ve Adaletsiz bir hukuk; acılarla, hüzünlerle, hayal kırıklıklarıyla dolu bir dünyayı ortaya çıkararak, insanların hayatını kâbusa dönüştürebilir.
Kanunlar, bir ülkenin bugününü biçimlendirdiği gibi, geleceğine de yön verir. Hak ve Adalet temelinde yapılmış, hayatın özüne dokunan ve ihtiyaca cevap veren kanunlar, yüzlerce yıl yürürlükte kalabilir. Kanunu yapan insanlar ölse, hatta aradan birkaç nesil geçse dahi, bazı kanunlar varlığını sürdürmeğe devam eder. Her devrin ve her coğrafyanın gereksinimlerini karşılayabilen bu tip kanunlar; ülkenin varlığını sürdürmesi için elzemdir ve insanca yaşamak için zaruridir. Zamanı ve mekânı aşan bu tip kanunlar, aynı zamanda herkesin hayatına da değer katar.
Bir kanunun, sadece tek bir kişi tarafından yazılması mümkün değildir. Kanun, toplumun her kesiminin katılımıyla ve ortak bir dille yazılır. Toplumun içindeki etnik, dini, siyasal, sosyal, ideolojik ve benzeri tüm kimliklerinin ortak aklı ile hazırlanan ve yürürlüğe konulan Kanunlar, herkes tarafından kabul görür ve herkes tarafından kabul gördüğü için de uygulanması çok kolay olur. Kanunlar, toplumu meydana getiren tüm unsurların ortak aklı ile ortaya çıktığında, ülkedeki herkesi bağlayan ortak değerler halini alır ve tüm vatandaşların sahiplendiği ve içselleştirdiği kurallar haline gelir.
Esas olan; ülkede yaşayan herkesin yazımına katkıda bulunduğu kanunları meydana getirebilmektir. Bunun sonucunda da herkesin benimsediği kanunlar ortaya çıkar. Aksi takdirde, toplumun özümsemediği kanunlardan teşekkül etmiş bir hukuk sisteminin hiçbir anlamı yoktur. Devletin gerçeklerinden uzak, halkın dertleriyle alakasız, insanların sorunlarına cevap vermeyen, toplumun önceliklerini anlamayan ve en önemlisi de ülkenin ruhuna nüfuz edemeyen kanunlarla hiçbir yere varılamaz. Toplum, hâlihazırda var olan kanunların bir şeyleri düzeltmediğini görüyorsa; insanlar, yürürlükteki kanunların kendi hayat kalitelerini arttırmadığını düşünüyorsa eğer, o ülkede çok büyük hukuki sıkıntılar var demektir.
Hukuk; hiçbir zaman için, asla bir dayatma olmamalıdır. Hukuk, herkesin kabullendiği bir değerler bütününü yansıtmalıdır. Toplumun düşüncesinden ve hissiyatından kopuk bir kanunlar yığını, hukuk olarak adlandırılamaz. Bir ülkede hukuk, devletin dayatması ve zor kullanması ile değil, toplumun kanunları sahiplenmesi ve benimsemesi ile uygulanır. İyi niyetli, aklıselim sahibi ve mutedil her insan; kendisi için, toplum için ve devlet için, neyin iyi ve neyin kötü olduğunu az çok bilir. Bu nedenle de insan, birey – toplum – devlet birlikteliğini en iyi sağlayan ve en güzel yürüten hukuk kurallarına gönüllü olarak uyar. Hukuk, toplumun ancak çok az bir kısmına ki onlar da kötü niyetli ve suçlu insanlar kitlesidir, zor kullanarak uygulanır. Kanunların cezai müeyyideleri de bu art niyetli, sapık zihniyetli, kötü kişilere tatbik edilir. Böylelikle; ülkede dirlik ve düzen her daim sağlanmış olur.
Yasalar, toplumu meydana getiren tüm unsurların ortak aklı ile olgunlaştırılıp geliştirildikten sonra ancak bir hüküm ifade edebilir. Yoksa; tek bir aklın düşünmesiyle kanun yapılamaz ve hukuk ortaya konulamaz. Burada üzerinde önemle durulan üç kanun taslağının; bu ülkede yaşayan etnik, dini, siyasal, sosyal, ideolojik ve benzeri bütün kimliklerin katılımı ile ele alınıp son şekli verildikten sonra kanunlaştırılması halinde, Türkiye için en ideal ve en güzel sonuca ulaşılmış olur.
Günümüz dünyasında; yeryüzü kan gölüne dönmüştür ve gözyaşı sel olup akmaktadır. Yeryüzüne hâkim olan zihniyet, insanlık için yaşanabilir ve sürdürülebilir bir dünya kuramamıştır. Her gün daha da kötüye gitmekte olan bu durumun tersine çevrilmesi; hem insanlığın, hem de tüm canlıların, barış içerisinde, güvenli, huzurlu ve müreffeh bir hayat sürdürebilmeleri için yeni bir medeniyet fikrinin ortaya konulması zamanı gelmiştir.
Dünya’yı içine düştüğü bu sefil durumdan kurtarmak ve geleceğini teminat altına almak için yeni bir medeniyetin inşa edilmesi gerekmektedir. İnsanlığın ve tüm canlıların, hayatiyetini devam ettirebilmesi için elzem olan bu yeni medeniyetin mimari Türkiye olacaktır. Bunun için öncelikle; büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası gerekmektedir. Büyük ve güçlü Türkiye olmanın ön şartı da; hukukun üstünlüğü temelinde, Hak ve Adalet esaslarına göre yapılacak kanunlardır.
“Akıl verme, para ver”
Bu ülkenin şimdiki adı, Türkiye. Önceki adı Osmanlı idi. Aynı vatan toprakları üzerinde, aynı toplum yeni bir devlet kurdu. Devlet-i Ali Osmani’nin yerini Türkiye Cumhuriyeti Devleti aldı. Pekiyi devletin adı değişince, her şey değişmiş mi oldu?
Bu ülkenin, Hak – Adalet – Hukuk düzleminde, son 200 yıldır yaşadığı şeyler aslında hep aynı. Devlet-i Ali Osmani’yi yıkan da; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, büyük devlet olmasını engelleyen şey de aslında hep aynı. Hak – Adalet – Hukuk anlayışının gerçek manasıyla bu ülkede var olmaması…
Osmanlı’nın son döneminde, çöküşün açıkça görülmeye başlanmasıyla birlikte, devletin yıkılmasını önlemek için birçok arayış içine girilmiştir. Bir sürü yenilikler yapılmış, pek çok alanda iyileştirmeler yapılmaya çalışılmıştır. Ama bu çabaların hiçbiri, gerçek manada bir çözüm olmamıştır. Çünkü teşhis yanlış konulduğundan, tedavi de yanlış yapılmıştır. Nedenler üzerinde değil de, sonuçlar üzerinde durulmuş, bu yüzden de ulaşılmak istenen hedeflere bir türlü varılamamıştır.
Cumhuriyet, Osmanlı’dan sadece bu vatan topraklarını miras almadı. Aynı zamanda Osmanlı’yı yıkan arızaları da doğal olarak miras aldı. Neydi o arızaların en başında gelenler; kanunların Hak ve Adalet esaslarına göre yapılmamış olması ve hukukun üstünlüğünün tam olarak sağlanamaması. İşte bu hususlarda derhal hemen şimdi, kesin ve kati çözümler üretilmelidir. Ve bunu yaparken de “Akıl verme para ver” mantığıyla hareket edilmelidir.
Günlük hayatta sıkça duyduğumuz bu cümleyle insanlar neyi anlatmak istemektedir. Bu cümlenin manası şudur: “Ben çok sıkışık bir vaziyetteyim. Bu zor durumdan kurtulmak için acil bir çözüme ihtiyacım var. Sen bana akıl veriyorsun; ama senin verdiğin akıl ile benim bu sıkışıklığıma çözüm üretmem zaman alır. Oysaki benim hemen şimdi bir çözüme ihtiyacım var. Bu da ancak parayla olur. Bu nedenle; bana gerçekten yardımcı olmak istiyorsan eğer, şimdi bana AKIL VERME PARA VER”
Türkiye’nin yaşadığı kronik sorunlar; her zaman, her yerde ve herkesçe dile getirilmektedir. Toplumun her kesiminden insanın, Türkiye’nin sorunları ile alakalı olarak dert yandığı görülmektedir. Okumuşu – cahili, zengini – fakiri, şehirlisi – köylüsü, doktoru – işçisi, öğretmeni – öğrencisi, işadamı – memuru yani velhasıl vatandaşların tümü, ülkenin problemlerini bir şekilde dile getirmekte ve kendince bir çözüm yolu söylemektedir. Her ortamda bu tip konuşmalara rastlamak mümkündür. Kahvehanede, işyerinde, okulda, sokakta, parkta, evde, otobüste yani aklınıza neresi gelirse gelsin, her yerde insanlar daima ülkelerinin sorunlarına dair bir şeyler konuşmaktadırlar. Peki, sonuç nedir?
Sonuç; sıfırdır. Uzun konuşmaların, hararetli tartışmaların, kavgaya varan söz düellolarının, bağrışmaların, çağrışmaların hiçbir faydası yoktur. Nihayetinde hepsi, havaya uçup giden sözlerden ibaret kalmaktadır. Çünkü sorunları dile getirmek güzel bir şeydir; lakin sistemli bir şekilde çözüm üretilmiyorsa, sorunlar yaşantımızı işgal etmeye devam eder. Ve ülke, bir kısır döngüye hapsolur. Bu aşamada yapılması gereken şey; problemleri, neden – sonuç ilişkisi içerisinde ele alarak, çözüme odaklanıp sistemli bir şekilde düşünmektir.
Devir akıl verme zamanı değil, kanun yapma zamanıdır. Ama nasıl bir kanun? Yüzde yüz Hak ve Adalet esasına göre yapılmış kanunlara ihtiyaç vardır. Çünkü ülkenin sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, bilimsel, sanatsal, teknolojik velhasıl aklınıza gelen tüm sorunlarının temelinde hukuk vardır. Hak ve Adalet çerçevesinde şekillendirilmemiş hukuk, başlı başına en büyük problemdir ve diğer tüm problemlerin de kaynağıdır. Hukuk, gerçek manasıyla Hak ve Adalet temelinde yapıldığında; devlet ile toplum nezdinde en üst düzeyde kabul gördüğünde; ülkenin aşılamaz gibi görünen tüm problemlerinin kolayca ortadan kalktığı görülecektir.
Bugün itibariyle; Hak ve Adalet temelinde bir hukuk sistemini inşa etmeyi başarabilirsek, gelecek nesillere en büyük mirası bırakmış oluruz. Hak ve Adalet esaslarına göre yapılmış kanunlar, Türkiye’yi daha büyük ve daha güçlü kılacak, ülkemizin kendinden emin adımlarla ve güvenli bir şekilde yarınlara yürümesini sağlayacaktır. Türkiye’yi, geleceğin süper gücü yapmak istiyorsak eğer; Hak ve Adaleti esas alan kanunlar çıkarmaya, Hak ve Adaleti merkeze alan bir Hukuk sistemi oluşturmaya ve Hukukun üstünlüğünü tesis etmeye mecburuz…