Hak ve Adalet, bir ülkenin temelinde olması gereken en önemli şeylerdir. Bir ülkede Hak ve Adalet varsa; o ülkede, çok büyük ve çok güçlü bir devlet ortaya çıkar. Bir ülkede Hak ve Adalet varsa, o ülkenin halkı, ahlaklı, mutlu ve huzurlu olur. Hak ve Adaletin olmadığı bir ülkede, insanlar her zaman öfkeli ve her zaman bir birine düşmandır. Ülkenin iç barışı hiçbir zaman sağlanamaz. Sürekli olarak Hakkının yendiğini düşünen ve zulme uğradığına inanan insanlar, hiçbir zaman huzur bulamaz ve mutlu olamazlar.
Memurluğa girişte ve görevde yükselmede Hak ve Adalet nasıl tesis edilecektir? Bunun cevabı çok basittir. Liyakat…
Liyakat nedir peki? Liyakat en basit tanımıyla; “bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluğu” şeklinde ifade edilebilir. Bu bağlamda liyakat; “verilen bir görevi başarı ile yapabilme yetisi olarak” da tanımlanabilir veya “bir işin, layık olan kişiye yaptırılması” şeklinde de anlamlandırılabilir ya da “bir işi, en iyi yapacak kişiye vermek” olarak da dile getirebilir. Liyakat, bu ve benzeri şekillerde birçok tarifle anlatılabilir. Tarifler her ne şekilde olursa olsun, zaten toplum nezdinde liyakatin anlamı ve önemi konusunda genel bir kanaat bulunmaktadır. Türkiye’deki sıkıntı, liyakatin tanımlanamaması veya anlaşılamamasından kaynaklanmamaktadır. Türkiye’deki sıkıntı, liyakatin uygulanmasında bir sistem geliştirilememiş olmasıdır. Yani soyuttan somuta geçirilememiş bir liyakat anlayışı vardır bu ülkede. Liyakat esasının, kamu personel rejiminde tatbik edilebilmesi için; işe alımlarda ve görevde yükselmelerde sistemsel hale getirilerek uygulama normlarının belirlenmesi gerekmektedir.
Türkiye’de kâğıt üzerinde liyakat esası vardır; ancak pratikte işler torpil esasına göre yapılır. Şöyle ki; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesinde: “Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. ….. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmektedir. Ve yine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Kamu hizmetlerine girme hakkı” başlıklı 70. maddesinde: “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.” denilmektedir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Temel ilkeler” başlıklı 3. maddesinde: “Bu kanunun temel ilkeleri şunlardır: Liyakat: (c) Devlet, kamu hizmetleri görevlerine girmeyi, sınıflar içinde ilerleme ve yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat sistemine dayandırmak ve bu sistemin eşit imkânlarla uygulanmasında Devlet memurlarını güvenliğe sahip kılmaktır.” denilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10. ve 70. maddeleri ile Devlet Memurları Kanunu’nun 3. maddesinde görüldüğü üzere, memuriyete alınmada ve görevde yükselmede liyakatin esas alınması gerektiği açıkça belirtilmektedir. Buna rağmen siyasetçilerin ve yüksek bürokratların torpil mekanizmasını işletmesi inanılır şey değildir. Üstelik yine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde: “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar, Anayasaya aykırı olamaz.” denilmektedir. Yani herkes, Anayasaya uymakla yükümlüdür. Anayasa, torpil yapamazsınız demesine rağmen, siyasetçilerin ve yüksek bürokratların, Anayasayı hiçe sayıp torpili Türkiye’de uygulamaya çalışmaları, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu gerçeğiyle ne kadar bağdaştırılabilir…
Memurluğa girişte ve görevde yükselmede Hak ve Adalet; ancak liyakat sistemi ile sağlanabilir. Liyakat sisteminin temelinde “merkezi sınav + merkezi yerleştirme” olmalıdır. Torpilin zirve yaptığı günümüz Türkiye’sinde, liyakat sistemini ideale en yakın bir şekilde kurgulayabilmek ve yürütebilmek için, memur alımları ve görevde yükselme uygulamaları, muhakkak “merkezi sınav + merkezi yerleştirme” esasına göre yapılmalıdır.
Liyakat Nasıl Sağlanır?
Türkiye’de çok yaygın bir uygulama olan; kamu kurum ve kuruluşlarının kendilerinin bizzat yaptığı sınavlar, Hakkaniyetten ve objektiflikten uzaktır. Gereksiz yere kaynak israfına yol açan ve bilimsel bir nitelik taşımayan bu kurum sınavları, memur olmak isteyen insanlar için de bir zulüm haline gelmiştir. Her kurumun sınavını tek tek takip etmek zorunda kalan ve her bir kurumun sınavına girmek için oradan oraya koşturan insanların hali içler acısıdır. Aslında, Türkiye’de zaten merkezi bir sınav yapılmaktadır. Ancak kurumlar, bu sınavda adayın aldığı puanı tatminkâr bulmamakta ve kendileri tekrardan sınav yapmaktadırlar. Kurumun tekrar sınav yapmasındaki amaç; merkezi sınavı yeterli görmemesinden dolayı mıdır, yoksa torpil ortamı oluşturmak için bir oyun mudur? Bu soruya net bir cevap vermek zordur. İki hususun da etkisi vardır muhakkak. Burada yapılması gereken, Hak ve Adaleti tesis edecek, liyakati esas alacak bir merkezi sınavın yapılarak, kafalardaki tüm soru işaretlerinin ortadan kaldırılmasıdır.
Merkezi sınav, yılda bir kez yapılmalıdır. Sınav, yazılı ve sözlü olmak üzere iki aşamadan meydana gelmelidir. Memur olmak isteyen herkes bu sınava girebilmelidir. Yaş ve eğitim gibi birkaç temel kural dışında, sınava girişte kısıtlamalar getirilmemelidir.
Merkezi sınavda, okullarda ve üniversitelerde okutulan derslerin bilgilerinin ölçülmeye çalışılması yanlıştır. Zira kişi, bu bilgileri zaten bilmektedir. Kişi, bu bilgileri bilmeseydi, okuldan mezun olamazdı ve sınava da giremezdi. Elinde diploması olan bir insana; “Bu diplomayı sana boşuna vermişler. Ben, sana verilen bu diplomaya güvenmiyorum. Senin okulda ve üniversitede öğrendiğin bilgiden şüphe ediyorum. Şimdi gel, benim yaptığım sınava gir ve bilgini ispatla” demek, bu kişiye diplomayı veren eğitim kurumlarını hiçe saymak demektir. Kişinin elindeki diploma, okulda ve üniversitede öğrendiği bilgileri ispatlamak için yeterli değilse; o zaman bu ülkedeki okulların ve üniversitelerin hiçbir anlamı yok demektir. Diploması olan bir kişinin, mezun olduğu okulda ve üniversitede öğretilen tüm bilgileri öğrendiği kabul edilir. Tabi ki her mezun, bu bilgileri eşit düzeyde öğrenmemiştir. Her öğrencinin diploma notu farklıdır. Zaten bu durum, okul ve üniversite tarafından ölçülmüş ve her öğrencinin, öğrenim bilgisi bir not verilerek diplomada belirtilmiştir. Kişi memurluğa alınırken, okuldaki ve üniversitedeki eğitiminde okuduğu bilgiler esas alınacaksa, bunun için sınav yapmağa gerek yoktur. Kişilerin, diploma notuna göre sıralamaya tabi tutulması yeterlidir. Bu yüzden; kişiler memurluğa alınırken veya görevde yükseltilirken okullarda ve üniversitelerde öğretilen bilgiyi ölçmek çok saçma bir şeydir.
Kişi, memurluğa alınırken veya görevde yükseltilirken; adayın, zekâsına, yeteneğine, genel kültürüne, temel bilgilerine, karakterine ve kişiliğine bakılmalıdır. Kişi, zekâsının yüksekliği, yeteneğinin çokluğu, genel kültürünün genişliği ve kişiliğinin sağlamlığı ile görevini en iyi şekilde yerine getirebilecek ve devletine en üst düzeyde faydalı olarak, ülkesini daha iyi bir geleceğe taşıyabilecektir.
Memur olmak isteyen veya görevde yükselmek isteyen adaylara, merkezi sınavda 3 ayrı test uygulanmalıdır. Birincisi, zekâ ve genel yetenek testidir. İkincisi; temel bilgiler ve genel kültür testidir. Üçüncüsü; karakter ve kişilik testidir.
Zekâ ve genel yetenek testi ile temel bilgiler ve genel kültür testlerinde başarılı sayılmak için aday 100 üzerinden en az 70 puan almalıdır. Karakter ve kişilik testi, bir yarışma sınavı olmayıp, uygunluk belirleme amaçlı yapılmalıdır. Karakter ve kişilik testinde aday için sadece, “memurluk yapmaya uygundur” veya “memurluk yapmaya uygun değildir” değerlendirmesi yapılmalıdır.
Türkiye’de torpil öylesine yaygınlaşmış ve öylesine içselleştirilmiştir ki; bu pisliği ülkeden söküp atmak için çok ince taktikler geliştirmeli ve çok büyük çaba sarf edilmelidir. Çünkü; torpil kaldırılmak istendikçe büyük bir dirençle karşılaşılacak ve işlerin torpille dönmeye devam etmesi için ısrarcı olunacaktır. Bu direnci kırmak hiç de kolay olmayacaktır. Bu yüzden, bırakın torpilin yapılmasını, torpilin ima edilmesine dahi imkân verecek her türlü şeyden kaçınılması oldukça mühimdir. Bunun için alınacak tedbirlerden birisi de, merkezi yerleştirme işlemi yapıldıktan sonra adayın sözlü sınava alınmasıdır. Bu durumda aday, esasen yazılı sınav puanına göre zaten bir Kuruma yerleştirilmiştir. Lakin ataması daha yapılmamıştır. Ataması yapılmadan önce aday, sözlü sınava alınarak, memurluğa uygun olup olmadığı ve görevi yerine getirip getiremeyeceği hakkında değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Aday, bir Kuruma yerleştirilmeye hak kazanmış olsa dahi, sözlü sınav ile bu yerleştirme onaylanmadığı takdirde, atanma gerçekleşmeyecektir. Sözlü sınavın olumlu gerçekleşmesi halinde yerleştirme hakkı kesinlik kazanacak ve atamaya dönüştürülecektir. Burada akıllara şöyle bir soru takılabilir. Yerleştirme yapıldıktan sonra sözlü sınav yapılması saçma değil midir? İlk bakışta bir çelişki varmış gibi görünüyor olabilir. Böyle görünmesinin sebebi; insanların alışkın olmadıkları bir sürece ilk defa tanıklık ediyor olmalarından kaynaklanmaktadır. Türkiye’de yıllardır işleyen süreçte; sözlü sınav sonrasında yerleştirme mantığı uygulandığı için, sözlü sınavdan önce yerleştirme yapılması mantık dışı gibi gelebilir. Ancak atama işlemi tamamlanmadığı için kesinlikle bir mantıksızlıktır yoktur.
Aslında, sözlü sınavın yerleştirmeden sonra yapılmasındaki esas amaç; torpil beklentisinin kesinkes ortadan kaldırılmak istenmesidir. Adayın zaten bir Kuruma yerleştirildiğini ve sözlü sınavla Kurumlara yerleştirilme yapılmayıp, sadece Kuruma yapılan yerleştirmenin sözlü sınavda onaylandığını gören insanların torpil arama ve bulma iştahı kaybolacaktır.
Merkezi sınav, ne kadar iyi uygulanırsa uygulansın; devamında merkezi yerleştirme yapılmayacaksa, torpilin önlenmesi mümkün olmaz. Merkezi yerleştirme sayesinde; kurum yerleştirmelerinde ortaya çıkabilecek suiistimallerin önlenmesi ve liyakat esasının tavizsiz bir şekilde uygulanması sağlanabilir. Her kurumun kendisinin personel alımı yapmasının ne mantıksal ne de bilimsel hiçbir izahı yoktur. Zaten amaç da mantıklı bir şey yapmak değildir. Amaç, torpili daha rahat uygulayabilecek bir ortam oluşturmaktır.
Her yıl en az bir kez merkezi yerleştirme yapılmalıdır. Duruma göre yılda iki üç kez de yapılabilir. Ancak yıl içinde yapılan merkezi yerleştirmenin sayısı arttıkça sistemin içinde aksaklıklar da artabilir. İnsanları sürekli atama beklentisi içine sokmak doğru bir şey değildir. Kurumlar da sürekli personel alımı ile meşgul edilmemelidir.
Merkezi yerleştirmenin etkin kullanılabilmesi için, Türkiye’deki tüm kamu kurum ve kuruluşlarının, bünyelerindeki boş kadroların tamamını ilgili kuruma bildirmeğe zorunlu tutulmalıdır. Elinde boş kadro tutarak, alternatif yöntemlerle bu kadroları ona buna peşkeş çekme hevesinde olan siyasetçi ve yüksek bürokratlara fırsat verilmemelidir. Tüm kamu kurum ve kuruluşları için belirlenmiş olan norm kadro standartları çerçevesinde, memur atamaları merkezi yerleştirme sistemiyle bekletilmeden yapılmalıdır.
Merkezi yerleştirmede tercih kılavuzları, ayrıntılı bir şekilde hazırlanmalı ve ilan edilen boş kadro ve pozisyonların nicelik ve nitelikleri etraflıca açıklanmalıdır. Adayların, merkezi sınavdan aldıkları puanları göz önünde bulundurarak, sahip oldukları nitelikler çerçevesinde, kılavuzdan en az 20 tane tercihte bulunma olanağı olmalıdır. Tercih kılavuzlarının; açık, net ve anlaşılır olması oldukça önemlidir. Kafa karıştırıcı hususlardan ve gereksiz ayrıntılardan kaçınılmalıdır. Adayların, merkezi sınavda bin bir zahmetle aldıkları puanlarını, merkezi yerleştirmede optimal kullanamamaları, adayların büyük bir hayal kırıklığı yaşamasına neden olur. Doğru kişinin doğru işe yerleştirilememesinden dolayı, kamudaki çalışma verimi olumsuz etkileneceğinden, ülkenin insan kaynağı da zayi edilmiş olacaktır.
Merkezi yerleştirmesi gerçekleştirilen aday, sözlü sınava girer. Sözlü sınavda aday, mülakat komisyonunun değerlendirmesine tabi tutulur. Sözlü sınavda adaya puan verilmemelidir. Mülakat komisyonu aday hakkında sadece “memurluğa uygundur veya memurluğa uygun değildir” diye değerlendirme yapmalıdır. Sözlü sınavda puan verilerek, adayın başarı puanının ortalamasının belirlenmesi çok yanlıştır. Günümüz Türkiye’sinde torpilin döndüğü yer de zaten tam burasıdır. Sözlü sınav puanı ile oynayarak, adayın yazılı sınavda aldığı puan ne olursa olsun, başarı puanlarına ayar çekmek ve adayların başarı sıralamasındaki yerini değiştirmek mümkündür. Şöyle ki; yazılı sınavdan 95 puan almış bir adaya, sözlü sınavda 25 verilerek, ortalama başarı puanı 60 olarak belirlenebilirken, yazılı sınavdan 70 puan alan bir adaya sözlü sınavda 90 puan verilerek, ortalama başarı puanı 80 olarak belirlenebilmektedir. Böylelikle yazılı sınavda alınan yüksek puan, sözlü sınavda düşük puan verilerek, ortalama başarı puanı düşürülmekte ve yine tam tersi olarak yazılı sınavdan alınan düşük puan, sözlü sınavda verilen yüksek puan sayesinde ortalama başarı puanı yükseltilmektedir. Torpilin önünü kesmek için öncelikle yapılması gereken, mülakat komisyonlarının puan vererek adayların başarı sıralaması ile oynanmasının önüne geçilmelidir.
Bir an için mülakat komisyonlarının, torpil için değil de; gerçekten objektif bir şekilde ve Hakkaniyetle personel seçmek için kullanıldığını düşünelim. Ne kadar objektif olmaya çalışırsa çalışsın, en nihayetinde mülakat komisyonunu oluşturanlar da insanlardır. İnsanların anlık, hatta saniyelik değişen duygu ve düşünceleri vardır. Bu değişimi etkileyen birçok faktör olabilir. İnsan, özel hayatından birçok şeyi taşır iş hayatına. İnsan bir robot değildir ki, özel hayatı için ayrı programlansın, iş hayatı için ayrı programlansın. Stres, yorgunluk, ruhsal problemler, ailevi nedenler, çevresel faktörler ve benzeri daha birçok sebepten ötürü insanlar herhangi bir konuda karar verirken tutarsızlık gösterebilirler. Kişiler, benzer konular hakkında karar verirken her zaman aynı hassasiyete sahip olamayabilirler.
Şöyle basit bir örnek verilebilir; mülakat komisyonunun karşısına sabah saat 9’da çıkan adayın durumu ile mülakat komisyonunun karşısına öğleden sonra saat 4’te çıkan adayın durumu bir olur mu? Günün yorgunluğu, rehaveti ve birçok kişi ile yapılan mülakatın yıpratıcılığı üst üste bindiğinde; mülakat komisyonu, puan baremleri arasındaki hassasiyetini ne kadar muhafaza edebilir. Sabah mülakata ilk giren adaya 76 puan veren mülakat komisyonunun, öğleden sonra mülakata son giren adaya vereceği 78 puan arasındaki 2 puanlık farkın objektiflik ve Hakkaniyet kıyaslamasındaki doğruluk payı ne olabilir.
Oysaki ne sabah mülakata ilk giren aday düşük puan aldığı için suçlanabilir; ne de öğleden sonra mülakata son giren aday yüksek puan aldığı için tebrik edilebilir. Bu iki adayın, mülakata giriş zamanları değiştirilse, yine aynı puanları alabilecekler midir? Tabi ki hayır. Birisi puanını yükseltirken, bir diğeri puanını düşürebilir ya da her ikisinin de puanının düşmesi ya da her ikisinin de puanının yükselmesi söz konusu olabilecektir. Bu nedenle; mülakat komisyonu, sözlü sınavda puan vermek yerine, sadece olumlu ya da olumsuz değerlendirmede bulunmakla yetinmelidir.
Sözlü sınavın, torpile açık kapı bırakmasının bir başka nedeni de; mülakat komisyonlarının işinin ehli olmayan kişilerden oluşturuluyor olmasıdır. Mülakat komisyonları, genellikle kurumun orta ve üst düzey bürokratlarından oluşturulmaktadır. Bu bürokratlar, Kurumlarındaki pozisyonları itibari ile çok iyi yönetici olabilirler; ancak işe personel alımı yapmak, personel seçiminde bulunmak ve insan kaynağını en iyi şekilde değerlendirmek, apayrı bir uzmanlık alanıdır. İnsan kaynakları yönetimi, günümüz dünyasında kendi başına bir bilim dalı haline gelmiştir. İnsan kaynağının işe alınması, kariyerinin planlaması ve insan kaynağından yüksek verimlilik sağlanması; uzmanlık gerektiren yönetim becerileri ile mümkündür.
İşinde çok iyi olsa da; bir bürokratın, adayın davranış ve hareketlerini izleyerek, konuşmalarını yorumlayarak, aday hakkında çıkarımlarda bulunması, karakteri ve kişiliği hakkında akıl yürütmesi çok fazla mümkün değildir. Bunu ancak ilgili konularda uzmanlığı olan kişiler yapabilir. Bu nedenle; mülakat komisyonlarında psikologlar, psikiyatristler, sosyologlar, davranış bilimciler, insan kaynakları uzmanları ve bürokratlar dengeli bir biçimde konumlandırılmalıdır. Mülakat komisyonlarının sağlıklı karar vermesi isteniyorsa, uzman kişilerin, akademisyenlerin ve bürokratların birlikte çalışmasına önem verilmelidir.
Torpilin döndüğü yer olan sözlü sınav, aslında çok önemli bir noktadır. Adayın, atanılacak kadro için doğru personel olup olmadığını sadece yazılı sınav ile anlamak mümkün değildir. Sayısız test de uygulansa, sadece kâğıt üzerinde kalan cevaplara dayanılarak bir kişi hakkında sağlıklı yorum yapmak mümkün olmaz. Bu yüzden, adayla yapılan yüz yüze görüşmeler oldukça mühimdir. Yazılı sınavlardan çok yüksek puanlarla geçmiş olan bir adayın, aslında bazı hususlarda çok büyük yetersizlikleri olduğu; ancak sözlü sınavla ortaya çıkarılabilir.
Yazılı sınavın fonksiyonu ve işlevi ile sözlü sınavın fonksiyonu ve işlevi aynı değildir. Yazılı ve sözlü sınavın her biri, adayın farklı yönlerden değerlendirilmesi için yapılır. Birbirlerinin yerine ikame edilemezler. Yazılı sınavın ya da sözlü sınavın birbirlerine üstünlükleri yoktur. Esas olan, her iki sınavın da Hakkaniyetle ve objektif olarak, Hak ve Adalet temelinde uygulanması ve sonuçlarının da yine aynı kriterler çerçevesinde kullanılmasıdır. Yazılı sınav puanı ile sözlü sınav değerlendirmesinin birbirini tamamlayıcı nitelikte olması, en uygun adayın memur yapılmasını ve yine en uygun memurun görevde yükseltilmesini sağlayacaktır.
Hak ve Adalet çerçevesinde, liyakati esas alan bir mülakat değerlendirmesinden olumsuz sonuç alan bir adayın, yazılı sınav puanı ne kadar yüksek olursa olsun, memur yapılması doğru olmaz. Ya da yazılı sınav puanı çok düşük olan birisinin, sırf mülakat değerlendirmesi olumlu sonuçlandı diye memur yapılması doğru olmaz. Yazılı ve sözlü sınavların birbirini destekleyici mahiyette olması ve birbirleri ile çelişmemesi gerekir. Zaten Hak ve Adalet temelinde, liyakat baz alınarak yapılan yazılı ve sözlü sınavların sonuçlarının birbirleri ile çelişmesi düşünülemez. Sözlü sınava torpil karıştırılmadığı sürece, yazılı ve sözlü sınav değerlendirmeleri muhakkak birbirleri ile uyumlu olacaktır.
Mülakat komisyonu üyelerinin nasıl belirlendiği çok önemlidir. Torpile çanak tutan nedenlerin en önemli hususlarından birisi budur. Torpil yapmak üzere kasten ve bilinçli olarak belirlenmiş bir mülakat komisyonundan ne hayır beklenebilir ki. Kötü niyetli siyasetçiler ve yüksek bürokratlar, sözlü sınavı akamete uğratmak için mülakat komisyonlarının üyelerini titizlikle seçmektedirler!!! Sözlü sınavdan çok önce belirlenen aday listelerini, hiç itiraz etmeden onaylayacak mülakat komisyonu üyelerinin seçilmesine çok büyük önem verilmektedir. Bunun önüne geçmek için öncelikle yapılması gereken şey, Türkiye genelinde bir üye havuzunun oluşturulmasıdır. İşinin ehli uzman kişilerden oluşturulacak bu havuzdan, ihtiyaç oldukça kura usulü ile mülakat komisyonlarına üye seçilmelidir.
Hiç kimseden emir almayan ve hiç kimsenin kötü emellerine alet olmayan kişilerden oluşturulacak mülakat komisyonları sayesinde, gerçek manada bir sözlü sınav uygulaması yapılabilir. Ayrıca üyeler, sözlü sınav tarihinden hemen önce belirlenerek, torpil yapmak isteyen insanların, mülakat komisyonlarına ulaşarak, üyeler üzerinde baskı kurmasının önüne geçilmelidir. Sadece vicdanının sesini dinleyen ve sadece görevini Hakkıyla yapma gayretinde olan üyeler, mülakat komisyonlarının liyakat esasına göre çalışmasını sağlayabilir ve sözlü sınavların Hak ve Adaletle yapılmasını temin edebilir.
Sözlü sınavda torpilin önüne geçmek için dikkat edilmesi gereken diğer bir önemli husus da; mülakat komisyonu üyelerinin, adayların gerçek isimlerini bilmemesidir. Üye, sözlü sınava giren adayın gerçekte kim olduğunu öğrenmemelidir. Üyeler, sadece kendileri için üretilmiş aday numaraları ile adayları tanımalıdır. Üyeler için üretilmiş bu aday numaralarını, ne adayın kendisi ne de üçüncü bir şahıs bilmemelidir. Böylelikle üyenin, adayı değerlendirirken hiçbir şekilde etki altında kalmaması sağlanmış olur.
Ne kadar idealize edilmeye çalışılırsa çalışılsın, mülakat komisyonlarında insan faktöründen kaynaklanan yanlışlıklar muhakkak olacaktır. Bunun önüne geçebilmek için adaylar, bir değil de iki ayrı mülakat komisyonunun değerlendirmesine tabi tutulmalıdır. Her iki mülakat komisyonu da, aynı adayın sözlü sınavında aynı değerlendirmede bulunduysa, sonucun doğruluğundan şüphe edilmeyecektir. Yani iki farklı mülakat komisyonu da aynı aday için “memurluğa uygundur” dediyse, artık söz konusu aday için hiçbir tereddüt kalmamıştır. İki farklı mülakat komisyonundan birisi “memurluğa uygundur” bir diğeri “memurluğa uygun değildir” dediyse ortaya çıkan tereddüdü gidermek için üçüncü bir mülakat komisyonunun değerlendirmesi alınır. Son mülakat komisyonunun değerlendirmesine göre aday hakkında karar verilir. Böylelikle mülakat komisyonlarının olası insan hatalarının önüne geçilmeye çalışılmış olunur.
Her şeye rağmen, yani sözlü sınava torpilin bulaşmaması için gösterilen tüm gayretlere ve çabalara karşın, yine de torpil yapılabilir şüphesini gidermek için; sözlü sınavlar, sesli ve görüntülü olarak kayıt altına alınmalıdır. Bu kayıtlar, adayın talebi olmaksızın sözlü sınav sonrasında derhal adaya verilmelidir. Hakkının yendiğini düşünen aday, bu kayıtları kullanarak ve diğer iddialarını da ortaya koyarak, yargı yoluna başvurup hakkını arayabilmelidir.
Yargı yolunun etkin kullanılması, sözlü sınavdaki olası torpillerin önüne geçilmesi açısından oldukça önemlidir. Yapılan yargılama sonucunda, torpil yaptığı belirlenen ya da torpil yapılmasına göz yuman mülakat komisyonu üyelerine ağır cezalar verilmesi, torpil yapma niyetinde olan üyeler üzerinde caydırıcı etkiye sahip olacaktır.
Atama yapılacak kadro veya pozisyon için özel nitelikler gerekiyorsa, memur adayında bu özelliklerin bulunması bilhassa isteniyorsa, istenilen niteliklerin adayda bulunup bulunmadığının tespiti için uygulama sınavı yapılması lazım gelebilir. Uygulama sınavları, torpile çok açık sınavlardır. Vicdanlı insanların elinde çok yararlı bir sınav olabiliyorken; vicdansız insanların elinde yandaş, taraftar, akraba, eş – dost, arkadaş ve benzeri kişilere kadroların peşkeş çekildiği bir sınava dönüşebilmektedir. Bunu önlemek için, uygulama sınav komisyonlarının oluşumuna ve işleyişine büyük ehemmiyet verilmelidir.
Uygulama sınavında torpilin etkisini minimuma indirgemek için, uygulama sınavını sözlü sınavdan sonra yapmak gerekir. Torpilden olabildiğince arındırılmış bir sözlü sınavdan sonra gerçekleştirilecek olan uygulama sınavına torpilin sirayet etmesi oldukça zor olacaktır. Güçlü bir torpile sahip olduğu halde, sözlü sınavda bunu yeterince kullanamadığını düşünenler için uygulama sınavı adeta ikinci bir fırsat gibidir. Aslında merkezi yerleştirme ile memur adayları zaten Kurumlara yerleştirilmiştir. Normal şartlar altında torpil peşinde koşturmanın bir anlamı ve ehemmiyeti kalmamıştır artık. Lakin uzun yıllar boyunca torpil batağında yaşamış bir toplumun, bu pisliği bir anda kafasından söküp atmasına imkân yoktur. Torpilin olmazsa olmazlığını zihninden çıkaramayan insanlar, her şeye rağmen bir müddet daha torpil peşinde koşmaya devam edeceklerdir.
Bunun için uygulama sınav komisyonu üyelerinin iki aşamalı olarak seçilmesi önemlidir. Uygulama sınavını talep eden Kurumun üyeleri teklif etmesi birinci aşamayı, Devlet Personel Başkanlığının da bu teklif edilenlerin arasından seçim yapması ikinci aşamayı oluşturacaktır. Böylelikle, üyelerin üzerinde tek bir Kurumun baskı oluşturması ve hâkimiyet kurması önlenmiş olacaktır.
Uygulama sınav komisyonu üyeleri; hem konusunda uzmanlaşmış kişilerden hem de bürokratlardan olacak şekilde karma vaziyette oluşturulmalıdır. Bu sayede memur adaylarının, görevin gerektirdiği niteliklere sahip olup olmadığı ölçümlenirken, adayın performansının daha önceden belirlenmiş değerlere ulaşıp ulaşmadığının tespitinde, iki farklı bakış açısı ve iki değişik statünün onayı birlikte alınmış olacaktır. Uzmanların ve bürokratların birbirini dengelemesi ve desteklemesi, sağlıklı bir sonuç elde edebilmek için oldukça önemlidir.
Memur adaylarının isimleri, uygulama sınavına girerken saklanmalı ve komisyon üyeleri adayların sadece aday numaralarını bilmelidir. Çok zayıf da olsa, olası bir torpil ihtimalinin önüne geçmek için; üyelerin, adayların gerçek kimliklerini öğrenmesi engellenmelidir. Geçmişte sonuna kadar açılan tüm torpil kapıları, artık sımsıkı kapatılmalı ve hiçbir aralık bırakmadan iyice kilitlenmelidir. Torpile alıştırılmış bir toplumu, torpilden vazgeçirmek kolay değildir. Zihinler değişmeden, davranışlar değişmeyeceğinden, zihinlerin değişmesi de çok uzun bir zaman alacağından, torpille güçlü bir mücadele yapılması şarttır.