Eğitim, insanın kişisel gelişimi için vazgeçilmezdir. Eğitim, insan hayatında çok geniş bir yer tutar ve insanın tüm yaşamını kapsayarak, doğumundan ölümüne kadar devam eden bir süreci içine alır. İnsan, her an ve her ortamda, değişik halleri ve yönleriyle eğitim olayının içinde bulur kendisini. Bu bazen bilinçli bir tercihtir ve eğitildiğinin farkındadır insan; bazense bilinçli bir tercih olmadığı gibi, eğitildiğinin farkında bile olmayabilir insan. Kişi, dünyada var olduğu sürece istese de istemese de eğitim gerçeğiyle her zaman yüz yüzedir ve doğrudan ya da dolaylı olarak eğitim sürecinin muhatabıdır. Eğitim; en güzel, en ideal ve en etkin şekliyle kurgulandığı takdirde; kişinin ve toplumun mutluluğu, huzuru ve refahı için en büyük katkı sağlanmış olur.
Çok büyük öneme haiz eğitimin, Türkiye’deki durumu nedir peki? Gerçekten eğitimli insanlara ve hakikaten eğitilmiş bir topluma sahip miyiz? Bu konuda çok farklı cevaplar verilebilir elbette. Lakin verilen cevapların çok büyük bir kısmının; bu ülkenin çoğunlukla eğitimsiz insanlara ve istisnalar hariç tutulursa genelde eğitimsiz bir topluma sahip olduğu yönünde olacaktır. Eğitimsiz kişi ve eğitimsiz toplumdan kastımız; insanımızın eğitim seviyesinin, gelinen nokta itibari ile dünya ölçeğindeki eğitim standartlarına nazaran kalite düşüklüğüne yaptığımız vurgudur. Eğitimin büyük bir sorun olarak ortaya çıkması, bugünün çok önemli bir sorunu olduğu gibi, geleceğin de en mühim sorunudur. Dünden bugüne eğitim sorununu bir türlü çözemeyen Türkiye’nin, bu içler acısı durumunun sebebi nedir? Kökleri itibariyle çok büyük bir devlete ve çok büyük bir medeniyete ev sahipliği yapmış bu toplumun, gelinen nokta itibariyle eğitim hususunda bu kadar geri kalması akıl alır bir şey değildir.
Türkiye’de eğitim ve öğretim faaliyetleri denince akla gelen en önemli şey; Milli Eğitim Bakanlığı’dır. Eğitimin sadece Milli Eğitim Bakanlığı çerçevesinde ele alınması tabi ki mümkün değildir. Yukarıda izah edildiği üzere eğitim, tüm hayatı kapsayan bir şeydir. Milli Eğitim Bakanlığı, gördüğü işlev itibariyle ve yaptığı faaliyetin büyüklüğü ile en başta ele alınması gereken bir yer olduğu için, üzerinde özellikle ve üstüne basa basa durulması gerekmektedir.
Milli Eğitim Bakanlığı üzerine çok şey konuşulabilir. Zaten bu konuşmalar değişik zamanlarda ve değişik ortamlarda sürekli yapılıyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın daha iyi bir eğitim ve öğretim faaliyeti yapması için büyük çabalar gösterilmekte ve büyük emekler harcanmaktadır. Eğitim faaliyetlerinin en ideal şekliyle icra edilebilmesi için kafa patlatan birçok insan, memleketin eğitim seviyesinin ve kalitesinin artması için çok büyük öz verilerde bulunmaktadır. Hal böyle olmakla beraber, bir de Milli Eğitimin en başındaki kişiler kimlerdir diye bakmak gerekir. Çok geriye gitmeden, zaten ne kadar geriye gidilirse gidilsin karşılaşılacak tablo aşağı yukarı hep aynı olacaktır; Türkiye’de son 25 yıldır Milli Eğitim Bakanlığı yapan kişilerin kimler olduğuna bakıldığında, ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır;
Tabloda görüldüğü üzere; son 25 yılda Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna 14 farklı kişi oturmuştur. Ve ne yazık ki; bu 14 bakanın hiçbiri öğretmen değildir ve hiçbiri de eğitim fakültesi mezunu değildir.
Peki diğer bakanlıklarda da durum bu şekilde midir? Yani bakanlığın faaliyet alanı ile bakanlık yapan kişinin mesleği ve eğitimi alakasız mıdır? Örnek olarak Adalet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı ele alındığında; bu iki bakanlıkta, bakanlık koltuğuna oturan kişilerin mezuniyet durumları ve mesleki dağılımları nasıldır?
Adalet Bakanlığı’nda son 25 yıldır görev yapan bakanların listesi aşağıdaki tabloda verilmiştir.
Tabloda görüldüğü üzere son 25 yılda Adalet Bakanlığı koltuğuna 20 kişi oturmuş ve bunlardan bir kişi hariç hepsinin hukuk fakültesi mezunu olduğu ve yine bir kişi hariç hepsinin de hukukçu olduğu tespit edilmiştir. Hukukçu olmayan kişinin görev süresi de sadece 4 ay gibi önemsiz bir zaman dilimine karşılık gelmektedir.
Sağlık Bakanlığı’nda son 25 yıldır görev yapan bakanların listesi aşağıdaki tabloda verilmiştir.
Tabloda görüldüğü üzere son 25 yılda Sağlık Bakanlığı koltuğuna 13 kişi oturmuş ve bunlardan dördü hariç hepsinin tıp fakültesi mezunu olduğu ve yine dördü hariç hepsinin doktor olduğu tespit edilmiştir. Doktor olmayan dört kişinin görev süresi de sadece 16 ay gibi önemsiz bir zaman dilimine karşılık gelmektedir.
Eğitim, sağlık ve adalet; bir ülke için en temel, en vazgeçilmez hizmetlerdir. Bu hizmetlerden herhangi birisinin bırakın yokluğunu düşünmeyi; eksik yapılmasını, yanlış icra edilmesini veya herhangi bir sebeple aksamasını dahi aklınızdan geçiremezsiniz. Devletin, bu üç hizmeti kötü yapması, toplumsal bozulmayı ve çözülmeyi hızlıca arttırır ki, bu durum ülkenin temellerinin sarsılması anlamına gelir. Eğitim, sağlık ve adaletin üçü de birbirinden hassas ve önemli alanlardır. Bu alanların geliştirilmesi ve hizmet kalitelerinin yükseltilmesi için ne yapılsa azdır. Eğitim, sağlık ve adalette sürekli olarak iyileştirmeler yapılmalı; daha iyiye ve daha güzele ulaşmak için her daim ekstra çaba gösterilmelidir.
İşi ehline vermek gerekir. Bir işin icrasından en iyi sonuç alınmak isteniyorsa; o iş muhakkak ehline verilmelidir. Peki ehil kişi kimdir? Ehil kişi için birçok tarif bulunsa da, ehil kişinin en temel özellikleri şöyledir:
1 - Zekası ve yetenekleri itibari ile o işe uygun olmalı.
2 - Yapacağı iş için büyük bir istek duymalı ve o işi azimle yürütecek iradesi olmalı.
3 - Ahlaki değerleri yüksek olmalı.
4 - Aldığı eğitim, yapacağı işin mahiyetine uygun olmalı.
5 - Hayat tecrübesi ile yapacağı iş arasında bir uyum olmalı.
Şimdi bu çerçevede, çeyrek asırdır Milli Eğitim bakanlığı yapmış kişiler ele alınırsa, ortaya şu çıkacaktır: Son 25 yıldır Milli Eğitim Bakanlığı yapmış olan 14 kişi de Türkiye’nin en köklü ve en saygın üniversitelerinden mezun kişiler olarak zeka ve yetenekleri konusunda hiçbir şüpheye yer yoktur. Bakanlık görevlerini de büyük bir aşk ve şevkle yerine getirmişlerdir. Hepsi de yüksek bir ahlaka sahip, milli ve manevi değerlere bağlı kimselerdir. Ancak aldıkları eğitim ile yapacakları işin yani Milli Eğitim Bakanlığı’nın hiçbir alakası yoktur. Ve yine hayat tecrübeleri ve iş yaşamındaki geçmişleri ile yapacakları işin yani Milli Eğitim Bakanlığı’nın hiçbir ilgisi yoktur.
Son 25 yıla yani Türkiye’nin çeyrek asrına bakıldığında, Milli Eğitim Bakanlığı yapmış kişilerin eğitim aldıkları alan itibariyle dağılımı şöyledir: 8’i hukuk fakültesi mezunu, 1’i siyasal bilgiler fakültesi mezunu, 1’i fen fakültesi mezunu, 1’i edebiyat fakültesi mezunu, 1’i işletme fakültesi mezunu, 1’i idari bilimler fakültesi mezunu ve 1’i denizcilik fakültesi mezunudur. Hiçbir zaman eğitim fakültesi mezunu Milli Eğitim Bakanı olmamıştır bu ülkenin. 14 bakanın yarıdan fazlası yani 8 tanesi hukuk fakültesi mezunudur. Hukukla, eğitimin ne alakası vardır. Hakeza siyasal bilgiler fakültesinin, işletme fakültesinin, idari bilimler fakültesinin, denizcilik fakültesinin eğitim ile ne alakası vardır. Hiçbir alakası yoktur ve ne kadar zorlarsanız zorlayın bir alaka da kuramazsınız. Fen ve edebiyat fakültesi mezunu iki kişi Milli Eğitim Bakanlığı yapmıştır bu zaman zarfında ki; belki bu iki kişi ile ilgili olarak eğitimle alaka kurma yoluna gidilebilir. Lakin eğitimin temel unsurları olan pedagoji ve benzeri derslerin verilmediği bu iki fakültenin de eğitimle ilişkilendirilmesi eksik kalacaktır. Çünkü fen ve edebiyat fakültesi mezunları eğer öğretmenlik yapmak istiyorlarsa, üniversite eğitimlerinin dışında kendi tercihleri ve gayretleri doğrultusunda ayrıca pedagojik formasyon alarak bu eksikliklerini kapattıktan sonra öğretmen olma hakkını kazanmaktadırlar ki, bu da fen ve edebiyat fakültesi mezunlarının tamamı için geçerli bir durum değildir. Yani fen ve edebiyat fakülteleri ile eğitim arasında alaka kurmak oldukça sınırlı ve kişiye özgü bir durum olabilir ancak. Sonuç itibariyle; Türkiye’de çeyrek asırdır eğitime şekil vermede en yetkili kişi olan Milli Eğitim Bakanlarının, eğitim ile alakalı olmayan fakültelerden mezun oldukları görülmektedir.
Son 25 yıla yani Türkiye’nin çeyrek asrına bakıldığında, Milli Eğitim Bakanlığı yapmış kişilerin meslek dağılımı şöyledir: 2’si bürokrat, 6’sı avukat, 5’i akademisyen ve 1’i mühendistir. Hiçbir zaman öğretmen bir Milli Eğitim Bakanı olmamıştır bu ülkenin. 14 bakanın yarıya yakını yani 6 tanesi avukattır. Avukatlıkla, eğitimin ne alakası vardır. Hakeza bürokratın ve mühendisin eğitim ile ne alakası olabilir. Hiçbir alakası yoktur ve ne kadar zorlarsanız zorlayın bir alaka da kuramazsınız. Akademisyen olan 5 kişi Milli Eğitim Bakanlığı yapmıştır bu zaman zarfında ki; belki bu kişiler ile ilgili olarak eğitimle alaka kurma yoluna gidilebilir. Lakin ikisi de birer eğitimci olan akademisyen ve öğretmenin çalışma alanları birbirinden oldukça farklıdır. Öğretmenler 6-18 yaş grubu denilen çocuk ve ergen kitlesine eğitim verir. Akademisyenler 18 yaş üstü yetişkinlere eğitim verir. Arada dağlar kadar fark vardır. Öğretmenler temel eğitim – öğretim faaliyetinde bulunurlar. Akademisyenler ise uzmanlık eğitimi verirler. Öğretmenlerin çalışma alanı okullar iken, akademisyenler kampuslerde çalışırlar. Öğretmenler veliler ile oldukça yakın temasta bulunurken, akademisyenlerin veliler ile teması oldukça sınırlıdır. Öğretmenlerin sosyo – ekonomik durumu ile akademisyenlerin sosyo – ekonomik durumu birbirinden oldukça farklıdır. Velhasıl öğretmen ve akademisyen arasındaki farklar say say bitmez. Sonuç itibariyle her ikisi de eğitimci olmakla beraber öğretmen ve akademisyen birbirinden oldukça farklı şeylerdir ve birbirleri yerine ikame edilmeleri söz konusu değildir.
Günümüz dünyasında her şey daha çok karmaşıklaşmakta, ayrıntılar önem kazanmakta ve detaylar çoğalmaktadır. Bir alandaki tüm gelişmelere ve olayların tamamına vakıf olmak kesinlikle mümkün olamamaktadır. Kişilerin, bırakın farklı alanları takip etmesini, değişik konularda bilgi üretmesini ve alternatif tecrübeler kazanmasını; kendi alanlarındaki ilerlemeleri takip etmede, kendi uzmanlık sahasında bilgi üretmede ve bizzat kendi işindeki tecrübelerini arttırmada dahi yetersiz kalmaktadırlar. Hayat çok hızlı akmakta, gelişmeler çok ani olmakta ve bilgi üretiminde akıl almaz bir süreklilik yaşanmaktadır. Hal böyleyken, hukuk eğitimi almış bir avukatın veya bürokratın, makine eğitimi almış bir mühendisin, edebiyat eğitimi almış bir akademisyenin; ilk, orta ve lise eğitimi alanında söyleyecek ne kadar şeyi olabilir ki…
Bugün için Türkiye’de, Milli Eğitim sistemimizdeki bozukluklar giderilemiyorsa, temel sorunu Milli Eğitim sisteminin içinde aramaktan önce, zihinlerimizde aramak gerekir. Çünkü, zihniyet bozukluğumuzu gidermeden, Milli Eğitim sistemimizdeki bozukluğu gidermemiz mümkün değildir. Milli Eğitim sisteminin sorunlarına gelmeden çok daha önce yapılması gereken şey, zihin alt yapımızın nasıl işlediğini çözmektir. Zihin alt yapımız yanlış temeller üzerinden işliyorsa, buradaki yanlışlık giderilmediği sürece, bu zihin alt yapısıyla hiçbir soruna akıllıca çözüm üretmemiz mümkün değildir. Bozuk bir zihinle, sağlıklı düşünme ve doğru kararlar verme ihtimalimiz bulunmadığından, daha iyi bir geleceğe ulaşmamız da söz konusu olamaz.
Milli Eğitim hususundaki zihin alt yapımızın temeli şuna dayanmalıdır: “Eğitim, ülkemizin bir numaralı önceliğidir. İdeal bir eğitim sistemi kurmak için işi ehline vermemiz gerekir. Ancak işi bilen kişilerin elinde şekillenen bir eğitim sistemi ülkemizi maddi ve manevi olarak geliştirebilir ve kalkındırabilir. Milli Eğitim Bakanlığı, ülkemizdeki eğitim sürecinin en önemli ayağıdır ve burası mutlaka işinin ehli insanlara teslim edilmelidir.” Eğer ki, eğitime olan bakış açımız böyle değilse, Milli Eğitim Bakanlığı’nın personel sayısını iki katına çıkarsak da, bütçesini üç kat arttırsak da; eğitimde niteliksel ve niceliksel olarak hiçbir ilerleme kaydedemeyiz. Eğitimde istediğimiz kaliteyi yakalayamayız. İşin özüne vakıf olmadığımız sürece, sorunların hakikatine nüfuz edemediğimiz müddetçe, gösterilen çabaların hepsi beyhudedir. Eğitimde bir şeylerin ters gittiği hepimizin malumudur ve bunun en temel sebebi zihniyet bozukluğudur. Zihniyet bozukluğumuzu giderdiğimizde, yani eğitimin anlam ve önemini gerçekten idrak ettiğimizde, zihnimizi pisliklerden arındırıp, berrak bir zihinle düşündüğümüzde; eğitimde yaşadığımız sorunların çözümünün aslında ne kadar basit ve ne denli kolay olduğu görülecektir.
Ülkemizde eğitim konusunda nasıl bir zihniyet bozukluğu yaşandığını somut bir örnekle ortaya koymaya çalışalım. Şöyle ki; öğretmen de, akademisyen de birer eğitimcidir en nihayetinde. Bu yüzden bir akademisyenin Milli Eğitim Bakanı olması çok yerinde bir tercih olarak görülebilmektedir. O zaman Yükseköğretim Kurulu (YÖK)’nun başına bir sınıf öğretmeni de atanabilmelidir. Eğitimci olma sıfatıyla bir akademisyen Milli Eğitim Bakanı olmaya ehil görülüyorsa; yine aynı şekilde eğitimci olma sıfatıyla bir sınıf öğretmeni de Yükseköğretim Kurulu Başkanı olmaya ehil görülebilmelidir. Bu bakış açısıyla Yükseköğretim Kurulu’nun başına bir sınıf öğretmeni atansa ne kadar komik olurdu değil mi?! Bütün Türkiye kahkahalarla gülerdi kesin. Ne kadar saçma sapan bir uygulama diye düşünürdü herkes. Üniversitede hiç derse girmemiş birisi ne anlardı yükseköğretimden. Yükseköğretimin eğitim – öğretim sistemi hakkında ne bilebilirdi ki bir sınıf öğretmeni. Öğretim üyesi olmayan birisi, ne anlardı öğretim görevlilerinin halinden. Üniversiteden mezun olduktan sonra bir daha üniversitenin kapısından içeri girmemiş olan bir sınıf öğretmeni, kampus ortamını bir akademisyen gibi bilemezdi ki. Üniversite öğrencisinin psikolojisini en iyi, ona ders anlatan, onunla aynı ortamı paylaşan akademisyenler bilir, sınıf öğretmeni nerden bilecek. Üniversitelerde okutulan müfredatı da yine orada görev yapan akademisyenler en iyi bilir, sınıf öğretmeni ne anlar fakülte müfredatından. Yükseköğretimin sorunları nelerdir, üniversitelerde çıkan problemler hangileridir, lisans, yüksek lisans, doktora öğrencileri neler yaşıyor gibi hususlarda bir sınıf öğretmeni nasıl çözüm üretebilecektir. Velhasıl daha birçok konu dile getirilebilir sınıf öğretmeninin yükseköğretimden bir şey anlamayacağı hakkında. Bunun için bırakın bir sınıf öğretmeninin Yükseköğretim Kurulu Başkanı olmasını, bir sınıf öğretmeninin Yükseköğretim Kurulu Başkanı olmasının hayali bile kurulamaz. (Not: Yanlış anlaşılmasın, Milli Eğitim Bakanlığı ile Yükseköğretim Kurulu (YÖK) birbirine eşdeğer kurumlar değildir.)
Verilen örnek ve yapılan izahlar ne kadar mantıklı değil mi? Berrak bir zihin böyle düşünmelidir işte. Pekiyi aynı zihin, Milli Eğitim Bakanlığı görevine avukat, mühendis, bürokrat, akademisyen getirilirken neden aynı şekilde çalışmıyor. Oysa ki, yukarıdaki örnekte bahsettiğimiz tüm çekinceler burada da söz konusudur. Bir avukat, bir mühendis, bir bürokrat, bir akademisyen; çocuk ve ergen psikolojisinden ne anlar; ilkokul, ortaokul ve lise eğitim müfredatı bu kişiler için ne anlam ifade edebilir; okul denen yerden mezun olduktan sonra kaç gün bir sınıfta bulunmuşlardır; mensup olmadıkları ve ortamını bilmedikleri öğretmenlik mesleğinin sorunlarına ne kadar vakıf olabilirler ki. Ve yine bir avukat, bir mühendis, bir bürokrat, bir akademisyen; ders anlatmak nasıl bir şeydir, öğretmenliğin mahiyeti nedir, çocuklara ve ergenlere bir şeyler öğretmenin incelikleri nelerdir, ilk – orta – lise öğrencileriyle nasıl iletişim kurulur, okulların mekansal ve fiziksel durumları nedir, velilerle nasıl muhatap olunur, bu ve benzeri daha birçok hususta nasıl çözüm üretebilir ki. İşte bir zihin bütün bunları atlayıp, bu saydıklarımızın hepsini yok sayıp, tam 14 defa aynı hatayı yapıyorsa yani Milli Eğitim Bakanlığı’na tam 14 kez ilgisiz alakasız birini getiriyorsa; işte orada zihniyet bozukluğu vardır. Her şeyden önce bu zihniyet bozukluğunun giderilmesi gerekir.
Akıllara şu soru gelebilir: “Bakanlık denen olay çok farklıdır. Bakanlık koltuğuna herkes oturabilir. İlla ki o bakanlığın iştigal alanı ile alakalı birisi olmaya gerek yoktur.” Peki o halde neden Adalet Bakanı her zaman (4 aylık küçük bir istisna hariç) hukuk fakültesi mezunu ve hukukçudur. Ve yine neden Sağlık Bakanı her zaman (16 aylık küçük bir istisna hariç) tıp fakültesi mezunu ve doktordur. Bunun izahını kim ve ne şekilde yapabilir? Zihinlerimiz; Adalet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı söz konusu olduğunda doğru, net ve berrak bir şekilde çalışmaktayken; neden Milli Eğitim Bakanlığı söz konusu olduğunda zihinlerimiz bulanmakta ve gerçeği algılamakta aciz kalmaktadır.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: “Ülkemiz için Adalet çok önemlidir; bu nedenle sadece hukuk fakültesi mezunu olan hukukçular Adalet Bakanı olabilir. Ülkemiz için Sağlık çok önemlidir; bu nedenle sadece tıp fakültesi mezunu olan doktorlar Sağlık Bakanı olabilir. Ülkemiz için eğitim çok da önemli değildir. Bunun içindir ki; herhangi bir üniversiteden mezun olan herkes Milli Eğitim Bakanı olabilir!!!”