Devlet, belirli bir toprak parçası üzerinde egemenlik kuran ve bağımsız olarak yaşayan insan topluluğunun siyasi örgütlenmesidir. Devlet yapısında, devleti yönetenler ve devletin işlerini yürütenler vardır. Devlet denilen tüzel kişiliğe hayat vererek, devlet mekanizmasını işler halde tutan bu yönetici ve yürütücülerin kimler olduğu çok önemlidir. Yönetenler ve yürütenler ne kadar kaliteli, erdemli, ahlaklı, işinin ehli, liyakatli ve benzeri üstün özelliklere sahip olursa, devlet de o kadar sağlıklı çalışır.
Halkın huzuru, refahı ve mutluluğunun temini ile devletin gelecekteki varlığının devam ettirebilmesi; yönetenlerin ve yürütenlerin, şahsiyetlerinin yüksekliği, sahip oldukları bilginin kalitesi ve yaptıkları işlerdeki yetkinlikleri ile doğru orantılıdır. Devletin ilerlemesi ve yükselmesi ya da tam tersi olarak gerilemesi ve hatta yıkılması, yönetenlerin ve yürütenlerin kimler oldukları ile doğrudan alakalıdır.
Devleti yönetenler, siyasetçilerdir. Devletin yürütenleri ise kamu çalışanlarıdır. Kamu çalışanları denilince akla memurlar, kamu işçileri, taşeron elemanları ve benzerleri gelmektedir. Bunların içindeki en büyük kitle memurlar olduğu ve yürütme sorumluluğunu da yüklendikleri için, devlet mekanizmasının yürütülmesinden bahsedilince akla ilk gelenler, genel itibariyle memurlardır.
Devletin yürütülmesinde problemler yaşandığında veya devlet yapılanmasında bozulmalar baş gösterdiğinde, ilk evvela memurlar suçlanır. Beceriksizlikle, ahlaksızlıkla, art niyetle, iş bilmezlikle, tembellikle ve benzeri daha birçok olumsuzlukla suçlanan memurların, devlet işleyişindeki ehemmiyetleri hiç kimse tarafından yadsınamayacak bir öneme sahip olup, devletin asla vazgeçilemeyecek unsurlarıdır.
Memurların İşe Alınması
Türkiye’de devlete memur alınırken yüzde doksan oranında izlenen yol şöyledir: Herhangi bir kamu kurumunun personele ihtiyacı olduğunda; kamu kurumu, ihtiyaç duyduğu memurların nitelik ve niceliklerini belirten bir ilanla personel alınacağını duyurur. Durumu ilanda belirtilen şartlara uyan kişiler, ilgili Kuruma başvuruda bulunurlar. Kurum, nitelikleri uyan tüm kişilerin başvurusunu kabul edebileceği gibi, başvuru sayısını sınırlandırmak için bazı şartlar da koşabilir. Genelde başvuruları azaltmak için iki yol kullanılır. Birincisi; Kurum, başvuru için minimum KPSS puanını şart koşabilir. Yani müracaat edecek kişilerden KPSS’den en az 60, 70 puan ya da daha az veya daha çok puan almış olması istenebilir. İkincisi; başvuru sayısı, ilanda belirtilen boş kadro sayısının 3 – 4 katı kadar ya da daha fazla veya daha az adayın başvurusu ile sınırlandırılabilir. Bunun için başvuru yapanlar, KPSS puanına göre sıralanarak, en yüksek puandan başlanarak aşağıya doğru, boş kadro sayısının istenen katı kadar aday tespit edilerek, sadece bunlar yazılı sınava çağrılır.
Yazılı sınavda başarılı olmak için adaylardan, ya belli bir puanı alması istenir ya da boş kadro sayısının belli bir katı kadar adayın arasına girmesi istenir. Bazen de her iki kriter birlikte uygulanır. Eğer kriter puan ise, adaydan 60 – 70 gibi bir puan ya da daha düşük veya daha yüksek bir puan alması istenir. Eğer kriter, başarı sıralaması ise, adaylar yazılı sınavdan almış oldukları puanlara göre, en yüksek puandan en düşük puana göre yukarıdan aşağıya doğru sıralanarak, boş kadro sayısının 2 – 3 katı kadar ya da daha fazla veya daha az aday arasına girmesi istenir. Eğer iki kriter birden uygulanacaksa, adayın öncelikle belirlenen minimum puanı alması, sonrasında ise tespit edilen aday sayısının arasına girmesi istenir.
Yazılı sınavda başarılı olanlar, sözlü sınava alınırlar. Sözlü sınavda adaylar, mülakata tabi tutulurlar. Mülakatta, sınav komisyonu tarafından değerlendirilen adaylara puan verilir. Sözlü sınavda başarılı olmak için adaylardan, belli bir puanı alması istenebilir. Bu puan, genellikle 60 – 70 gibi bir puan olabileceği gibi daha az ya da daha çok bir puan da istenebilir.
Bazı durumlarda memur olarak atanılacak kadronun özelliğine göre adaylar uygulama sınavına da tabi tutulabilirler. Kadronun gerektirdiği özelliklerin adayda bulunup bulunmadığının tespitine yönelik olarak yapılan uygulama sınavında, adayın daha önceden tespit edilmiş yeterlik puanlarını uygulama sınavından alması istenir. Uygulama sınavında başarılı olan adaylar, bir sonraki aşamaya geçmeye hak kazanmış olurlar.
Son zamanlarda, bu sınavların uygulanmasında bazı değişikliklere gidildiği görülmektedir. Genel uygulama; önce yazılı sınavın, sonrasında ise sözlü sınavın yapılması şeklinde iken, şimdiye değin hiç görülmemiş; ancak her geçen gün yaygınlaşmaya başlayan yeni uygulamayla önce sözlü sınavın, sonrasında yazılı sınavın yapılması yoluna gidilmeye başlanmıştır. Önce sözlü sınava sokulan aday, burada başarılı olduğu takdirde yazılı sınava alınmaktadır. Tek başarı kriterinin torpil olduğu sözlü sınavın önce yapılması durumunda; torpili olmayan ya da az olan memur adayları, memur alım sürecinin daha en başında elenmektedirler. Çok güçlü torpili olduğu halde, yazılı sınavda diğer adayların çok arkasında kalarak, sözlü sınava girme olanağı bulamayanların önünü açmayı hedefleyen bu yöntem sayesinde haksızlık ve adaletsizlik daha da çok artmaktadır.
Nihai olarak adayların başarı puanları, yazılı sınav ve sözlü sınavdan aldıkları puanların ortalamasından oluşur. Bu hesaplamada genellikle yazılı sınavın % 50’si ve sözlü sınavın % 50’si alınır. Ancak bazen daha farklı yüzdelik dağılımlar da kullanılabilmektedir. Örneğin; yazılı sınavın % 60’ı, sözlü sınavın % 40’ı ya da yazılı sınavın % 30’u sözlü sınavın % 70’i gibi değişik oranlamalara gidilebilmektedir. Böylelikle başarı puanı içindeki yazılı ve sözlü sınavların ağırlıkları ayarlanabilmektedir. Adaylar, başarı puanına göre en yüksekten en düşüğe doğru sıralanarak, en yüksek puanı almış adaydan başlanarak boş kadro sayısı kadar aday sınavda başarılı sayılarak, memurluğa atanmaya hak kazanmış olur.
Lakin Haksızlığı ve Adaletsizliği arttıran yöntemler bununla da sınırlı kalmamaktadır. Bazı kamu kurumları, hiç yazılı sınav yapmadan, sadece KPSS puanını baz alarak adayları doğrudan sözlü sınava sokmaktadır. KPSS’den belli bir puanı almış olma koşuluyla ya da atama yapılacak kadro sayısının birkaç katı aday arasına girmiş olmak şartıyla adaylar sözlü sınava alınırlar. Yapılan mülakat neticesinde, adayların aldıkları sözlü puanlar en yüksekten en düşüğe sıralanarak, atama yapılacak kadro sayısı kadar aday, memurluğa atanmaya hak kazanmış olur.
KPSS puanının, Haksızlığı ve Adaletsizliği bir nebze de olsa engellediği düşünülmektedir. Ancak bazen KPSS puanının tamamen göz ardı edildiği olmaktadır. Bazı memur alımı uygulamalarında KPSS puanına hiç yer verilmemektedir. Adaylar, önce kurumun yazılı sınavına sonrasında ise kurumun sözlü sınava sokulmaktadır. Ya da yazılı sınav hiç yapılmadan, adaylar doğrudan sözlü sınava tabi tutulmaktadır. KPSS’nin tamamen devre dışı bırakıldığı bu uygulamalar, çok sık olmasa da devlete memur alımında zaman zaman kullanılmaktadır.
Bu şekilde yapılan memur alımlarının tamamı kısaca; “merkezi sınav + kurum sınavı + kurum yerleştirmesi” şeklinde tarif edilebilir.
Yukarıda anlatılan genel memur alımı yönteminin dışında, uygulama alanı çok dar olarak kullanılmak üzere iki yöntem daha vardır. Bunlardan birincisi istisnai memurluk kadrolarıdır ki; hiçbir sınava tabi tutulmadan, kişinin birkaç basit niteliği taşıması koşuluyla insanların memur yapılmasıdır. Herhangi bir duyuru yapılmaz, ilana çıkılmaz. Memur yapılmak istenen kişiden gerekli evrakları getirip ilgili Kuruma teslim etmesi istenir. Evraklar hemen işleme konularak, resmi işe alım prosedürü gerçekleştirilir. Memur yapılmak istenen kişi, bir günde devlet memurluğuna atanır, ataması yapıldıktan hemen sonra ise istisnai memurluk kadrosundan alınarak, sınavla girilmesi gereken başka bir memurluk kadrosuna naklen ataması gerçekleştirilir. Bu şekilde yapılan memur alımı; “hiç sınavsız + doğrudan atama” şeklinde tarif edilebilir.
Genel memur alımı yönteminin dışında kullanılan ikinci bir yöntem ise merkezi sınav ve merkezi yerleştirmenin uygulandığı yöntemdir. Bu yöntem iki adımdan oluşmaktadır. Birinci adımda, temel öğrenim şartını sağlaması koşuluyla isteyen herkesin girebileceği merkezi bir sınav yapılır. ÖSYM tarafından Türkiye genelinde gerçekleştirilen KPSS sınavına, devlet memuru olmak isteyen herkes katılabilir. Sınavda her adaydan öğrenim durumuna göre farklı türde testleri cevaplaması beklenir. Sınav sonunda her adayın bir veya birden fazla puanı hesaplanarak, merkezi yerleştirmede kullanılmak üzere kendisine bildirilir.
İkinci adım merkezi yerleştirmedir. Bu adımda ilk önce, personel ihtiyacı olan Kurumlar, boş kadrolarının nitelik ve niceliklerini Devlet Personel Başkanlığı’na bildirirler. Devlet Personel Başkanlığı, Kurumlar tarafından kendisine bildirilen personel taleplerine son şeklini vererek, ÖSYM’den merkezi yerleştirme işlemlerini yapmasını ister. ÖSYM, tercih kılavuzu yayımlayarak, boş kadroların nitelik ve niceliklerini duyurur. Devlet memuru olmak isteyenler, tercih kılavuzunu inceleyerek, kendilerine uyan boş kadrolardan, belirlenen sayıyı aşmamak üzere istedikleri sayıda tercihte bulunurlar. ÖSYM, tercihleri topladıktan sonra, puan üstünlüğü esasına göre adayların boş kadrolara yerleştirmesini gerçekleştirir. Merkezi yerleştirme neticesinde herhangi bir devlet memurluğu kadrosuna atanmaya hak kazanan aday, gerekli belgelerini ibraz ederek ilgili Kuruma başvurusunu yapar ve ilgili Kurum tarafından atanma işlemleri nihayetlendirilir. Bu şekilde yapılan memur alımı; “merkezi sınav + merkezi yerleştirme” şeklinde tarif edilebilir.
Pekiyi; devlete memur alınırken kullanılan bu yöntemler ne kadar sağlıklıdır? (Burada kolaylık olması açısından, kamu çalışanları içerisindeki en büyük kitleyi teşkil eden devlet memurları üzerinde durulmakta; kamu işçileri, sözleşmeliler, taşeron personel ve benzerlerinin işe alım yöntemlerine değinilmemektedir.) Yukarıda sayılan 3 yöntem; “merkezi sınav + kurum sınavı + kurum yerleştirmesi”, “hiç sınavsız + doğrudan atama” ve “merkezi sınav + merkezi yerleştirme” arasından Hak ve Adalete en yakın uygulama “merkezi sınav + merkezi yerleştirme”dir. Hak ve Adalet’in tamamıyla tecelli ettiği söylenemese de diğer iki yönteme nazaran Hak ve Adalet temelinde hareket edilmeye çalışıldığı ortadadır. “merkezi sınav + kurum sınavı + kurum yerleştirmesi” yöntemi suiistimale çok açık bir yöntemdir. Hak ve Adalet’in tecelli etmesi oldukça zordur. Hak ve Adalet, kişilerin vicdanına kalmıştır. Yani bu yöntemde işler, iyi niyetli kişilerin elinde iyi, kötü niyetli kişilerin elinde kötü cereyan eder. “hiç sınavsız + doğrudan atama” yönteminin ise Hak ve Adaletle hiçbir alakası yoktur. Tamamen keyfi bir uygulamadır ve kişiye özgü bir işlem yapmayı gerektiren ahlak dışı bir eylemdir.
Görevde Yükselme
Devlet bürokrasisi oldukça büyük bir yapıdır. Bu yapının idare edilmesi hiyerarşik bir düzenin kurulmasını gerektirir. Bu hiyerarşik yapılanmada, alt – üst sıralaması içerisinde birçok idari görev yer almaktadır. Basit bir hiyerarşik yapılanma örneği olarak; memur – şef – müdür – daire başkanı – genel müdür şeklinde verilebilir. Bu basit sıralamanın dışında devlet kademesinde Kurumların özelliğine göre çok çeşitli idari görevler mevcuttur. Bu idari görevlere yükselmek, memurların çalışma hayatı içinde çok önemli bir husustur. Hemen hemen her memur, kendi çalıştığı pozisyonun bir üst pozisyonuna yükselmek ister. Bu istek, insanın fıtratında olan doğal bir dürtüdür.
Türkiye’de görevde yükselme mekanizması şu şekilde işlemektedir: İdari görevler, kendi aralarında gruplandırılmış olup, bazı idari görevlere yükselmek sınav yolu ile olurken, bazı idari görevlere yükselmek doğrudan atama yolu ile olmaktadır. Normalde kullanılması gereken bu iki yolun dışında, keyfiliği zirveye çıkaran üçüncü bir yol daha kullanılmaktadır ki; bu da işlerin vekâleten yürütülmesidir. İdari görevlere, asaleten değil de vekâleten atamalar yapılarak, görevde yükselme prosedürleri tamamen hiçe sayılmaktadır.
Genel bir ifade ile kamuda alt ve orta düzey yöneticiliklere sınav ile yönetici atanmaktadır. Görevde yükselme mevzuatı çerçevesinde yönetici ataması yapmak isteyen Kurum, ilk önce atama yapacağı yöneticilik kadrolarını tespit eder. Daha sonra boş yöneticilik kadrolarının nitelik ve niceliklerini personellerine duyur. Kurum personeli, şartları kendisine uyan yöneticilik kadroları için Kurumuna başvuruda bulunur. Kurum, başvuruları değerlendirerek, şartları uyan personelini görevde yükselme eğitimine tabi tutar. Eğitim sonunda, görevde yükselme sınavına giren personelin, sınavda başarılı sayılabilmesi için en az 70 puan alması gerekir. Yazılı sınavda başarılı olan adaylar, sözlü sınava alınırlar. Sözlü sınavda, sınav komisyonu tarafından değerlendirmeye tabi tutulan adaylara, sözlü sınav notu verilir. Yazılı sınav notu ve sözlü sınav notu ortalaması alınarak adayların başarı puanı belirlenir. Adaylar başarı puanlarına göre en yüksekten en düşüğe doğru sıralanarak, boş kadro sayısı kadar aday yöneticiliğe atanmaya hak kazanmış olur.
Kamuda üst düzey yöneticiliklere atamalar sınavsız olarak yapılmaktadır. Eğitim durumu ve görev süresi şartlarını taşıyan memurlar, yazılı ya da sözlü herhangi bir sınava tabi tutulmadan ve hiyerarşik olarak belli görevleri yapmış olma kriteri aranmadan doğrudan üst düzey yöneticilik görevlerine atanabilmektedir. Üst düzey yönetici atamaları, tamamen İdarenin takdirine bırakılmış olup, İdareye çok geniş bir alanda istediği gibi hareket etme olanağı sağlamıştır.
Görevde yükselmelerde; ister sınavla olsun, ister doğrudan atama şeklinde olsun, Hak ve Adalete dayalı bir yöntem izlendiği söylenemez. Hak eden memurun bir üst pozisyona yükseltildiği veya kamunun yöneticilik kademelerinin Adaletli bir şekilde doldurulduğunu söylemek kesinlikle mümkün değildir. Hele ki; vekâleten atanıp da uzun yıllar görev yaptırılan vekil idareci uygulamaları, tam bir akıl ziyanlığıdır.
Torpil Nedir?
Görüldüğü üzere; genel itibari ile devlete memur alımları ve memurların görevde yükseltilmeleri, objektif kriterler çerçevesinde, Hak ve Adalete uygun bir şekilde yapılmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana ve hatta Osmanlı Devleti’nin yıkılma dönemi de buna dahil olmak üzere; insanlar devlet memurluğuna daima torpille alınmışlardır ve yine memurlar görevde yükseltilirken torpille yükseltilmişlerdir. Birkaç istisnayı hariç tutarsak, kamu hizmetine personel alınırken ve memurlar görevde yükseltilirken ülkemizdeki genel kaide, torpil uygulamasıdır. Bu istisnaya en güzel örnek KPSS merkezi sınavı ve buna bağlı olarak yapılan merkezi yerleştirmedir; lakin bu da çok dar bir kapsama sahiptir.
Amiyane tabiriyle; Türkiye bir torpil cennetidir. Torpil, halkın kılcal damarlarına kadar işlemiştir. Torpille halledilemeyecek iş yoktur. Torpil mantığını sadece işe adam yerleştirme olarak düşünmemek gerekir. Türkiye’de hayatın her alanında torpil geçerlidir. Yani adam kayırmacılığın bin bir çeşidi yaşanır bu ülkede. En basitinden; bankadaki ufak bir bankacılık işlemini yaparken dahi, bir banka çalışanına, onun tanıdığı birinden selam getirerek, sıra beklemeden işini hemen yaptırmayı büyük bir maharet sayan bir sürü insan vardır.
Torpil nedir? Torpil, aslında temel olarak askeri bir terimdir. Savaş gemilerinde su altı silahı olarak kullanılan büyük bombalara verilen isimdir. Burada bahse konu olan torpilin anlamı ise bambaşkadır. Burada bahsedilen torpil, adam kayırmacılıktır, hemşericiliktir, akrabacılıktır, partizanlıktır, menfaatçiliktir, yandaş gözetmektir, devlet kadrolarını peşkeş çekmektir, velhasıl akla gelebilecek daha bir sürü ahlaksızlığın ve alçaklığın adıdır.
Devlete memur alımında torpilin yapıldığı yer sözlü sınavdır. Sözlü sınav, Hak ve Adalet çerçevesinde uygulandığında, nitelikli personelin seçilmesinde çok önemli bir role sahiptir. Ancak Türkiye pratiğindeki sözlü sınav uygulaması, torpilin resmi olarak hayat bulduğu noktadır. Memur olmak isteyen kişi, merkezi sınav ve Kurum sınavını geçtikten sonra, sözlü sınavda başarılı olmak için yoğun bir torpil arayışına girer. Bunun halk arasındaki diğer bir adı da “dayı bulmak”tır. Memur adayları, torpil bulmak için siyasetçilere ve yüksek bürokratlara ulaşmaya çalışırlar. İktidardaki partinin bakanına, milletvekiline, belediye başkanına, il başkanına, ilçe başkanına ve benzeri konumlardaki herhangi bir yetkilisine ulaşmak çok önemlidir. Yüksek makamlardaki bürokratlardan; müsteşarlara, kurum başkanlarına, genel müdürlere, genel sekreterlere, bölge müdürlerine, il müdürlerine, daire başkanlarına ulaşmak pek mühimdir.
Bir siyasetçiyi ya da yüksek bir bürokratı doğrudan tanıyan adaylar çok şanslıdırlar. Merkezi sınav ve kurum sınavını geçince, sözlü sınava girmeden hemen önce dayılarına giderek sözlü sınavda kendilerine yardımcı olmasını isterler. Örneğin iktidar partisinin il başkanının akrabası olan aday, il başkanına giderek; “tüm sınavları geçtiğini, işinin hallolması için sözlü sınavdan yüksek bir not alması gerektiğini, bunun için de yardıma ihtiyacı olduğunu, sözlü sınavda yüksek bir not almasını sağlaması halinde, ömür boyu ona (il başkanına) minnettar kalacağını, her zaman onun (il başkanının) emrinde olacağını, ölünceye kadar onun (il başkanının) bu iyiliğini unutmayacağını, daima ona (il başkanına) hayır duada bulunacağını söyleyerek yardım talep eder. Aday, il başkanını yücelterek, onun çok değerli bir insan olduğunu hissettirmeye çalışarak, ona elinden geldiğince yağcılık yaparak, onun gönlünü yapmaya çalışır. Aday, il başkanına yalvararak, kendini acındırarak, muhtaç olduğunu anlatarak ve benzeri her türlü yolu kullanarak sözlü sınavda yardımcı olmasını sağlamaya çalışır.
Adaya torpil yapılırken bazen de tehdit yolu kullanılır. Partinin il başkanından bir hemşerisine torpil yapmasını isteyen il yönetim kurulu üyesi, hemşerisinin memur yapılmaması halinde parti için çalışmayacağını, hatta partiden istifa edip karşı partiye geçerek partinin aleyhine propaganda yapacağı tehdidinde bulunabilir. İl başkanı, tehdit eden il yönetim kurulu üyesinin etkin birisi olduğunu ve partiye zarar verebileceğini düşünürse, yönetim kurulu üyesinin torpil yapılmasını istediği adayın, memurluk için hiç uygun birisi olmasa dahi, yönetim kurulu üyesini küstürmemek için memurluğa alınmasını sağlamaya çalışır. Partinin il başkanı, partiye zarar gelmemesi için çabalamaktadır. Oysaki memurluğa uygun olmayan birisinin memur yapılması, ülke için çok büyük bir zarardır. Torpil mekanizması insanları öyle bir hale getirmektedir ki; kişisel menfaatler, parti menfaatleri, akraba, hemşeri, eş, dost menfaatleri ve benzeri menfaatler, ülke menfaatlerinin üzerine çıkmaktadır. Torpil mekanizması, ülkeye zarar verme uğruna kendi çıkarları için hareket etmenin marifet sayıldığı bir toplum düzeninin kurulmasına yol açmaktadır.
Torpilde esas olan gaye, iki ahlaksızlıktan birisini ya da her ikisini birden gerçekleştirme gayretidir. Birinci ahlaksızlık; kişiye menfaat temin etmektir. Tek amaç, bu kişinin çıkarıdır. Devlete memur alımında torpil yapılıyorsa eğer, buradaki amaç birilerini işe yerleştirmektir. Ya da görevde yükseltilmede torpil yapılıyorsa eğer, buradaki amaç birilerini mevki makam sahibi yapmaktır. Asıl amaç olan; devletin sağlıklı bir şekilde işletilmesi, daha etkin ve verimli bir kamu yönetiminin sağlanması, ülkenin daha güçlü ve daha büyük bir devlet haline getirilmesi gibi yüce değerler bir kenara atılmıştır.
İkinci ahlaksızlık; siyasetçilerin veya yüksek bürokratların, kendilerine koşulsuz bir şekilde itaat edecek memurları işe almak istemesidir. Buradaki amaç; doğru ya da yanlış, haklı ya da haksız, iyi ya da kötü ve benzeri hiçbir ayrım gözetmeksizin, gözü kapalı bir şekilde, şartsız şurtsuz her türlü emri almaya hazır ve hiçbir şeye itiraz etmeyen memurlarla devleti doldurmaktır. Böylelikle torpil yapan siyasetçi veya yüksek bürokrat, torpille işe alınan veya görevde yükseltilen memura, her şeyi yaptırma ve her türlü emri verme gücüne sahip olur. Asıl amaç olan, yaptığı görevde Hak ve Adaletten şaşmayan, hiçbir zaman haksız ve hukuksuz işlemlere yönelmeyen ve her ne olursa olsun doğruluktan ve dürüstlükten ayrılmayan memurlarla ideal bir devlet mekanizması kurma hedefi bir kenara atılmıştır.
Torpil; işinin ehli olmayan, liyakatsiz kişilerin memur yapılmasının yolunu açar. İş bilmeyen, görevinin gerekliliklerini yerine getiremeyen memurlar, devletin işleyişini bozar. Kamuda üretilen işlerin kalitesi düşer, zamanla işleyiş yavaşlar. Devlet, hantallaşır ve işlerin yürütülmesinde tıkanıklıklar baş gösterir. Devlet, rutin işlerinin dışında iş üretemez hale gelir. Kapasitesiz ve vizyonsuz memurlar, devletin önünü açacak, ülkeyi geleceğe taşıyacak potansiyelden yoksun olduklarından; devlet olduğu yerde saymaya başlar. Siyasetçilerin veya yüksek bürokratların akrabaları, hemşerileri, yandaşları, taraftarları, partizanları iş sahibi yapılacak, mevki, makam sahibi olacak, ceplerine para konulacak diye, devlet kadroları peşkeş çekilerek ülkenin geri kalmasına ve toplumun çürümesine sebep olunur.
Torpil, ülkenin insan kaynaklarının zayi olmasına yol açar. Devlete memur alınırken; objektif kriterler çerçevesinde, Hak ve Adalet esasına göre hareket edilmediğinden, zeki ve yetenekli insanlar devlette görev alamazlar. Zeki ve yetenekli insanların, üstün çalışmaları sayesinde devletin daha iyi ve daha güzel bir geleceğe taşınması mümkünken, bu kişilerin devlet memurluğuna alınmayarak dışarıda bırakılması, ülke için çok büyük bir kayıp olur.
Merkezi Sınav + Merkezi Yerleştirme
“Merkezi sınav + merkezi yerleştirme”, milletin devlete olan sevgisini ve saygısını arttırır. Çünkü liyakat esası üzerine kurgulanmıştır. İnsanlar, memur olma haklarının güvence altına alındığından ve devletin hakkaniyete verdiği büyük önemden emin olduklarında, devlet ve millet arasındaki kopukluk ortadan kalkar. Liyakatin muhakkak uygulandığını bilen ve bunu pratikte gören halk, hiçbir şek ve şüpheye düşmeden gönül rahatlığı ile devletine güvenebilir ve böyle bir ülkede yaşamaktan onur duyar.
Objektif ve hakkaniyetli bir sistem olan “merkezi sınav + merkezi yerleştirme” sayesinde, Hak ve Adalet ile yönetildiğini düşünen halk, devletiyle bütünleşir. Devletinin, milletine haksızlık yapmadığına yüz de yüz inanılan bir toplumda, milli ve manevi değerler güçlenir. Halk; devletin, bazı insanlara ve gruplara rant sağlamak için kullanılan bir araç değil de; devletin, milletine hizmet etmek için var olan bir yapı olduğuna gerçekten inanmaya başlar.
Kamuya personel alımında liyakat esas alındığında; insanlar, bizzat kendileri memur olacaklar diye ahlaksız bir mücadelenin içine girmezler. Çünkü bilirler ki, devlete her kim memur olarak girerse girsin, muhakkak ki, hak ettiği için girmiştir ve emanet ehline verilmiştir. “Hiç kimsenin malı olmayan devlet memurluğu kadroları, ülkeye hizmet etmek için belli bir süreliğine insanlara verilen makamlardır. Bu yüzden hassas bir emanettir ve ehline verilmelidir.” Topluma böyle bir bakış açısı; ancak liyakat sistemi uygulanırsa kazandırılabilir. Türkiye gibi torpil cenneti haline gelmiş bir ülkede; ancak “merkezi sınav + merkezi yerleştirme” uygulanırsa insanlar liyakatin esas alındığına inanır ve kalpleri tatmin olur.
“Merkezi sınav + merkezi yerleştirme”de, işler Hak ve Adalet ile yürütüldüğü için, insanların kendine olan özgüveni artar. Bilgisi, becerisi, zekâsı ve yeteneğine güvenen ve bunları en iyi şekilde kullanan insanlar, başarıya ulaşabileceğinden emindir. Memurluğa girmenin ya da görevde yükselmenin torpilden değil de liyakatten geçtiği bir sistemde, hiç kimsenin hakkını yemeden ve hiç kimseye hakkını yedirmeden, bir yerlere gelmenin mümkün olduğunu bilmek, insanların kendine güvenmesini sağlar. Liyakatin varlığından ve uygulandığından kesinkes emin olan insanlarda özgüven yükselir. Özgüveni yüksek insanlardan oluşan halka sahip bir ülkenin geleceği de güvende olur.
“Merkezi sınav + merkezi yerleştirme”, devletin en iyi insan kaynakları ile donatılmasını sağlar. Devlette çalışma azmi ve şevki olan, ülkesine hizmet etme ideallerine sahip, milleti için fedakârlık yapmaya hazır insanların devlette görev almasının önü açılmış olur. Devlete; en zeki, en yetenekli, en bilgili ve karakteri, kişiliği en yüksek kişiler girmelidir. Ve yine devleti; en zeki, en yetenekli, en bilgili ve karakteri, kişiliği en yüksek kişiler yönetmelidir. Bunlar ancak, liyakatin esas alındığı bir sistemde mümkün olabilir. Buna karşın torpil ise zihinleri bulandırmakta, kamunun personel kalitesini bozmakta ve devlet yapısının işleyişini zedelemektedir.
Mevcut durumda tatbik edilen görevde yükselme uygulamalarında, sadece alt ve orta düzey yöneticiler sınavla atanmakta, üst düzey yöneticiler doğrudan atanmaktadırlar. Doğrudan atamalar objektiflikten uzaktır ve liyakat esaslı değildir. Bu durum, devletin yönetici kalitesini bozmaktadır. Kurum içi çalışma düzeni zedelenmektedir. Kendisinden daha nitelikli ve daha donanımlı olmadığını düşündüğü birisinden emir almak, hiçbir memurun hoşuna gitmemekte ve tüm kamu çalışanları tarafından yadırganmaktadır. Kurumlarda kabul görmeyen; ancak zorla dayatılan bu tip yönetici atamaları, personeli gücendirmekten ve kızdırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Oysaki, alt ve orta düzey yöneticiler gibi üst düzey yöneticiler de sınavla göreve getirilse ve bunun neticesinde tüm kamu çalışanları, başlarındaki üst düzey yöneticilerin liyakatinden emin olsa sorun ortadan kaldırılmış olacaktır.
Tabi burada siyasetçileri de düşünmek gerekir. İktidara gelen her siyasi parti, devleti yönetebilmek için, kendi kadrolarını devlete yerleştirmek ister. Bu mantıklı bir şeydir ve doğal karşılamak gerekir. Ancak burada bir çizgi çekilmesi gerekir. Kadrolaşmak, devleti kendi yandaş ve taraftarları ile doldurmak olarak algılanmamalıdır. Ne yazık ki; Türkiye’de kadrolaşmak, devlet kadrolarının yağmalanması şeklinde algılanmıştır. Buradaki kadrolaşma hareketi, tüm kamu kurum ve kuruluşlarının sadece en tepesindeki kişi ile sınırlı tutulmalıdır. Hükümetin, bir kamu kurum ve kuruluşuna doğrudan tesir etmesi ve sözünü geçirebilmesi için, o kurum veya kuruluşun başındaki kişiyi doğrudan ataması gerekir. Bazı devlet kurumlarının çok büyük olduğu göz önünde bulundurularak, kurumun başındaki kişinin yardımcısı konumundaki kişilerin de doğrudan atanması lüzumu hâsıl olabilir. Hükümet, herhangi bir devlet kurumuna tam manasıyla hâkim olabilmek için, ilgili kurumun başkan ve yardımcılarının koordineli bir şekilde çalışmasına ihtiyaç duyabilir. Lakin burada da bir sınır olmalıdır. Kurumun en tepesinde olan ve doğrudan atanan bu kişilerin sayısı hiçbir zaman için 10’u geçmemelidir. Kurumu idare eden ve sayısı en fazla 10 olan bu tepe yöneticilerin dışında kalan diğer tüm yöneticiler sınavla atanmalıdır.
Bir kurum veya kuruluşun en başındaki kişi siyasetçi ise ondan sonra gelen en yüksek yönetici ve yardımcıları doğrudan atanmalı, diğer tüm yöneticiler sınavla atanmalıdır. Örneğin; bakanlıkların başında bir bakan ve bakan yardımcısı bulunmaktadır ve bu kişiler siyasetçidir. O zaman ondan sonra gelen kişiye bakmak gerekir ki; o da müsteşardır. Bu halde müsteşar ve müsteşar yardımcıları, sınavsız olarak doğrudan hükümet tarafından atanmalı, bunların altında görev yapan diğer tüm yöneticiler sınavla atanmalıdır. Bir diğer örnek olarak da; genel müdürlük şeklinde teşkilatlandırılmış kendi başına bir tüzel kişiliğe sahip kamu kurum ve kuruluşları gösterilebilir. Genel müdürlüğün başında bulunan kişi olan genel müdür siyasetçi değildir, devlet memurudur. Bu durumda genel müdür hükümet tarafından doğrudan atanır. Genel müdürün altında görev yapan genel müdür yardımcıları da yine hükümet tarafından doğrudan atanır. Bunların dışında kalan diğer tüm yöneticiler sınavla atanmalıdır. Hükümetin, bir kamu kurum veya kuruluşuna emir vermek için, o kamu kurum veya kuruluşunun genel müdüründen kapıcısına kadar hepsini kendi parti taraftarı ve yandaşı ile doldurmasına gerek yoktur. Bir kamu kurum veya kuruluşunun, sadece en üst yöneticisinin ve yardımcılarının doğrudan ataması siyasetçilerin inisiyatifinde olabilir. Genel müdüründen kapıcısına kadar, tüm kamu kurum ve kuruluşlarını yandaş ve taraftar ile doldurma zihniyeti, az gelişmiş toplumların, geri kalmış ülkelerin ve zalim devletlerin işidir.
Memurun ürettiği hizmetin kalitesi, memurun motivasyonu ile doğrudan alakalıdır. Motivasyonu düşük olan bir memurun, hizmet kalitesi de düşük olacaktır. Memurun düşük motivasyona sahip olmasına neden olan etkenler ve bu düşük motivasyonu yükseltmek için yapılması gerekenler hususunda birçok şey söylenebilir. Lakin burada şuna özellikle vurgu yapmak gerekir ki; hakkının yendiğini düşünen bir memurun motivasyonunun düşük olacağı açıktır. Memurun görevde yükseltilmesinde, açık ve bariz bir şekilde torpilin uygulandığı günümüz Türkiye’sinde, memurların motivasyonunun düşük olması pek tabidir. Oysaki liyakat esaslarına göre memurlar görevlerinde yükseltilmiş olsalar, ne yükseltilen memurun ne de yükseltilmeyen memurun aklında bir soru işareti olmayacak ve yükseltilse de yükseltilmese de görevini yüksek bir motivasyonla yapmağa devam edecektir. Ayrıca hakkı yenerek yükseltilmeyen bir memurun, haksız bir şekilde yükseltilmiş başka bir memurdan emir almasının, psikolojik açıdan ne kadar zor bir durum olduğu da aşikardır. Hakkı ve Adaleti sağlamakla yükümlü olan devletin, haksızlığı ve adaletsizliği bizzat yapar hale geldiğini gören memurun, işine olan bağlılığı, devletine olan sadakati ve görevini yapma isteği büyük ölçüde kaybolacaktır. Memurun görevde yükseltilmesi, liyakat sistemine göre yapıldığı takdirde, tüm bu olumsuzluklar olumluya dönecek ve kamu kurum ve kuruluşlarının hizmet kalitesi bir anda büyük bir artış gösterecektir.
Bir ülkede; birçok farklı etnik yapı, birden fazla dini inanış ve birbirinden değişik bir sürü ideolojik yaklaşımların olması doğaldır. Hele ki; söz konusu olan ülke Türkiye ise, bu farklılaşmaların çok fazla ve çok keskin olması oldukça doğaldır. Ancak farklılaşmalar ve keskinlikler ne kadar çok olursa olsun, toplum huzur içinde ve bir bütün olarak yaşayabilmelidir. Hayatın gerçeklerinden birisi, şu söz üzerine kuruludur: “İnsan bilmediğinin düşmanıdır”. Evet, insan bilmediği, tanımadığı, iletişim kuramadığı ve paylaşımda bulunamadığı, kendisinden farklı etnik, dini ve ideolojik yapılara karşı her zaman için şüphecidir. Bu şüphecilik bazen mesafeli durmayla sonuçlanır, bazen tartışmalarla, bazen ise kavgayla…
İnsanların birbirini tanıması, birbirleri hakkında birinci dereceden bilgiler edinmesi, birbirleri ile iletişime geçmesi için ortak kamusal alanlarda bir araya gelmesi oldukça mühimdir. Devlet memurluğunun, insanları kaynaştırmadaki işlevi bu bakımdan çok önemlidir. Hayatın normal akışında bir araya gelmesi ve birbirleri ile iletişime geçmesi mümkün olmayan insanların, memur olduktan sonra, aynı kamu kurum veya kuruluşunda hep birlikte çalışmaları ve her birinin ortak amacı olan, ülkelerine hizmet etme bilinci ile hareket etmeleri, aslında düşündüklerinin aksine birbirlerinden o kadar da farklı olmadıklarını onlara gösterecektir. Aynı kurumun içinde, hep bir arada, ortak bir hedef için mesai yaparken; bilgi, fikir, düşünce, duygu ve hislerini paylaşan farklı etnik, dini ve ideolojik yapılara mensup insanlar birbirleri ile kaynaşacaklar, birbirlerini daha yakından tanıyacaklardır. Böylelikle, kötü niyetli kişiler tarafından aralarına sokulmak istenen nifak tohumlarına fırsat vermeyecekler ve her zaman dost kalmayı başarabileceklerdir. Farklılıkların bir düşmanlık sebebi değil, bilakis artı bir değer olduğunu öğreneceklerdir.
“Merkezi sınav + merkezi yerleştirme” yapıldığı takdirde, toplumun etnik, dini ve ideolojik yapısı, üç aşağı beş yukarı aynı şekilde kamu kurum ve kuruluşlarının personel yapısına da yansıtılmış olacaktır. Milleti oluşturan tüm etnik, dini ve ideolojik yapılar, devlet kadrolarında temsil edildiği için, hiç kimse bir diğerini suçlayamayacak ve toplumda zıtlaşma ve kutuplaşma gibi gerginlik üreten hadiseler yaşanmayacaktır. Tüm etnik, dini ve ideolojik unsurlar devletini sahiplenecek ve devletine düşmanlık etmek isteyen hainlere de hep beraber karşı duracaklardır.
Torpil, işte bu noktada, tam anlamıyla bir bozgunculuktur. İktidarda olan parti, devlet kadrolarına sadece kendi yandaş ve taraftarlarını doldurduğunda ve yine görevde yükselmelerde sadece kendi yandaş ve taraftarlarını bir üst makama getirdiğinde, halkın arasında kin ve düşmanlıklar ateşlenmiş olur. Memur olmanın ve görevde yükselmenin ilk şartının, iktidar partisine mensup olmak ya da yandaş veya taraftarı olmak olan bir ülkede, Hak ve Adaletin varlığından kim bahsedebilir. Liyakatin önemsendiğini kim iddia edebilir. Böyle bir ortamda; toplumsal barış sağlanamaz ve ülkeye huzur ve refah getirilemez.
Büyük ve güçlü devletler, insan kaynağını en iyi kullanan devletlerdir. Geri kalmış devletler ise insan kaynağını heba edenlerdir. “Merkezi sınav + merkezi yerleştirme” sistemi, hakkıyla uygulandığında, liyakati esas alarak, en uygun işe en uygun insanın yerleştirilmesini sağlayacaktır. Hak ve Adalet tesis edildiğinde, tüm taşlar yerine oturduğunda, herkesin içi rahat ettiğinde, millet ve devlet birbirini kucakladığında, ülke çok daha iyi bir geleceğe doğru yol alacaktır. Kalkınmanın ve gelişmenin önü açılacak, kronikleşmiş sorunların bile çözülmeye başlandığı görülecektir.
Devlete memur almak, tek başına düşünüldüğünde, birey bazında ele alındığında; bir kişiyi iş sahibi yapmak olarak görülebilir. Ancak olay bu kadar basit değildir. Devlete memur almak demek, devletin geleceğini şekillendirmek, devletin yarınlarına yön vermek demektir. Bunun için memur olarak alınacak kişinin özellikleri ve nitelikleri çok önemlidir ve yine bu yüzden seçimi de Hak ve Adalet esasları çerçevesinde hassas bir uygulama ile yapılmalıdır.