Kanunlar, Hak ve Adaleti Esas Almalıdır

Embed from Getty Images

Hukukun Önemi
Hukuk, bir ülkenin temelini teşkil eder. Devlet ve toplum, bu temel üzerinde yükselir. Hukuk, yani temel, ne kadar sağlam ve güçlü olursa, üzerine inşa edilecek bina, yani devlet ve toplum da o kadar sağlam ve güçlü olur. Devlet nizamının ve toplum düzeninin esasları, hukuk tarafından belirlenir. Hukuk, devletin ve toplumun yapısını ve işleyişini kurallara bağlar. Bu kuralları, kanun olarak tespit eder ve uygular. Kanunların konulmasındaki ve uygulanmasındaki başarı, hukukun işlevselliğinin göstergesidir.
Hukuk, soyut bir kavramdır. Kanunlar vasıtasıyla somutlaşır. Beynimizdeki ve kalbimizdeki hukuk anlayışı, olgusu, düşüncesi, sevgisi ve isteği, yasalar aracılığıyla ete kemiğe bürünür. Aklımızın ve ruhumuzun ürettiği kanunlar, hukuk anlayış ve bilincimizin yazıya dökülmesini sağlar. Hukuk, her insanın içinde doğuştan var olan bir şeydir; ancak her insanın hukuku idrak edebilme potansiyeli bir değildir. Halkın içinde, hukuku olmazsa olmazı olarak gören insanlar olduğu gibi, hukukun neyi ifade ettiğini tam olarak kavrayamamış insanlar da olabilir. İnsanlar, hukuk kavramına aynı anlamı yükleyip aynı açıdan bakmıyor olsalar da, temelde hukukun herkese lazım olan bir şey olduğunun farkında ve bilincindedirler. Halk nazarındaki hukuk olgusu ve algısı, kişiden kişiye değişiklik göstermekle beraber, hukukun zaruri bir ihtiyaç olduğu herkes tarafından kabul görmektedir. Hal böyleyken; hukukun, insanlık için vazgeçilemez ve ihmal edilemez bir değer olduğu; beşeriyetin, hukukun anlam ve önemini idraki hususunda ortak bir akla sahip olduğu söylenebilir.
Devlet ve toplum, hukuk düzleminde bütünleşir. Bir ülkede hukuk varsa, devlet ve toplumun da bütünleşme ihtimali var demektir. Geçmişten günümüze hukukun geçirdiği tarihsel süreçte büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Bugün için dünyanın birçok ülkesinde, hukukun varlığının önemi ve yine hukukun uygulanmasının ehemmiyeti büyük ölçüde anlaşılmıştır. Lakin pratikte yaşanan durum her zaman buna uymamaktadır. Yani hukukun ne kadar zaruri bir şey olduğu bilinmesine rağmen, gerçek manada hukukun varlığından her daim söz edebilmek mümkün olmayabilmektedir.
Genel bir tanım olarak dünya ülkeleri; gelişmiş, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olarak sınıflandırılmaktadır. Böyle bir sınıflandırmanın; neye göre, kime göre ve hangi ölçeğe göre yapıldığı her zaman için tartışılsa da, bu tanımlama kapsamında dünya ülkeleri ele alındığında, hukukun varlığı ve işleyişi hakkında bazı genellemeler yapmak mümkündür. Gelişmiş ülkelerde, hukukun varlığı ve uygulanması üst seviyede hissedilirken, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde hukukun varlığından ve uygulanmasından çok net olarak söz etmek her zaman mümkün değildir. Bu tip ülkelerde, hukuk bilinci ve hukuksal anlayış var olmakla beraber, ortaya konulan hukuki normlar ve uygulamalar, olması gerekenin uzağında kalmaktadır.
Dünya ölçeğine bakıldığında; hukukun tamamen hiçe sayıldığı ve hukuki uygulamaların hemen hemen hiç yer almadığı ülkelerin hala var olduğu acı bir gerçek olarak gözlemlenmektir. Yokluğun, açlığın, sefaletin, kanın ve gözyaşının hâkim olduğu bu ülkelerde, hukukun yokluğunun ne kadar kötü bir şey olduğu, devlete ve topluma nasıl bir kâbus yaşattığı açık ve net bir şekilde görülmektedir. Hukuk olmayan bir ülkede yaşanabilecek kötülüklerin sınırı yoktur. Can ve mal güvenliğinin olmadığı, en temel insani değerlerin dahi hiçe sayıldığı bu tip ülkelerde, ne devlet ne de toplum, hukuktan nasibini alamamıştır. En temel hukuk kavramlarının bilinmediği, hukukun en basit şekliyle dahi içselleştirilemediği bu tip ülkelerde, insanlar hukuksuz geçirilen her günün faturasını çok ağır ödemektedirler.
Hukukun sağlam temeller üzerine oturtulduğu gelişmiş ülkelerde, insanlar huzurlu, güvenli, müreffeh ve mutlu bir yaşam sürebilmektedirler. İnsanların güzel bir hayat sürmelerinin birinci ve en vazgeçilmez unsuru, hukukun varlığıdır. Bu tip ülkelerde hukuk, hem devlet hem de toplum tarafından içselleştirilmiş ve benimsenmiştir. Hukukun gerekliliği ve vazgeçilmezliği, herkesin bilinçaltında yer edinmiş ve uygulamada yaşanılan zorluklar da zamanla aşılmıştır. İnsanlar, hukukun ne kadar elzem bir şey olduğunun bilincinde olduklarından, devletlerinin ve toplumlarının her zaman için hukuksal bir zemininde etkileşimde bulunmalarını istemektedirler.
Türkiye’de Hukuk
Türkiye’de hukuk ne durumdadır? Ülkenin bir hukuk sistemi var mıdır? Devlet ve toplum, sağlam ve güçlü bir hukuksal temel üzerine inşa edilebilmiş midir? Bu sorulara cevap vermek için çok fazla düşünmeye gerek yok. Çünkü Türkiye’de, devletin ve toplumun üzerine bina edilmeye çalışıldığı zeminin temelini teşkil eden hukukun, çok büyük yapısal sorunlarının olduğu apaçık ortadadır. Ülkenin; düzgün işleyen, gerçek manada bir hukuk sisteminin olduğu söylenemez. İşlevsel bozuklukları olan, içinde büyük sistemsel arızalar barındıran mevcut hukuki yapının, birçok aksaklığına rağmen halen yürütülmeye çalışılması, işleri daha da karmaşık hale getirmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğundan bugüne ekonomik olarak büyük ilerlemeler kaydetmiştir. İktisaden büyük atılımlar yapılmış, ülke ekonomisi dünya çapında önemli bir gelişme göstererek, dünyanın sayılı ekonomileri arasında üst sıralarda yerini almıştır. Azgelişmiş ülke formundan çıkarak, kendisini gelişmiş ülkeler sınıfına sokacak ekonomik yapıya ulaşma yoluna girmiştir. Lakin hukuk konusunda böyle bir gelişmenin varlığından söz edebilmek pek mümkün değildir. Ekonomik ilerlemeye paralel olarak, hukuksal bir ilerlemeden bahsedilememesi trajikomik bir durumdur. Ekonomik ilerlemenin, hukuksal ilerlemeyi beraberinde getirmediği çok net olarak görülmektedir. Türkiye’nin hukuk noktasında geldiği seviye, ekonomisi kendisinden çok daha geri olan ülkelerle aynı düzeydedir. Ekonomik olarak, refah düzeyi yükselmiş olsa da, hukuk anlayışı ve bilincinin aynı oranda yükselmemiş olması, oldukça ilginç bir durumdur. Dünya geneline bakıldığında, ekonomik büyüme ile hukuksal ilerlemenin birbirine yakın bir gelişme içerisinde olduğu görülürken, Türkiye’nin buna benzer bir şekilde gelişme göstermemesi, ülkenin kendisine özgü, karakteristik bir vaka olarak değerlendirilebilir.
Türkiye’de hukuku talep edenlerin ve hukuku yapanların, hukuk anlayışı ve hukuk bilincinde bir sorun vardır. Hukukun ne olduğu, hukukun ne işe yaradığı ve hukukun önemi konusunda anlayış farklılığı ve bilinç eksikliği olduğu aşikârdır. Toplumu oluşturan değişik kesimlerin her birinin nazarında hukukun farklı algılanması ve insanların hukuka aynı anlam ve önemi vermemesi çok büyük bir sorundur. Hukuku yapanların, yaptıkları şeyin ehemmiyetini kavrayamamış olması ve yaptıkları şeye gereken hassasiyeti göstermemeleri, ülkede hukukun yerleşmesinin ve hukuksal zeminin oluşmasının önündeki en büyük engellerden birisidir.
Türkiye’de, mükemmel bir devlet nizamından ve sağlıklı bir toplum düzeninden bahsetmek mümkün değildir. Dünyanın önde gelen büyük ülkelerinden birisi olmasına rağmen; Türkiye’de devlet ve toplum hakiki manada yapılandırılabilmiş değildir. Yapılandırma sakat olunca, işleyiş de arızalı olmaktadır. Devlet, ekonomik ve siyasal açıdan gerekli büyüklüğe; toplum, sosyal ve kültürel açıdan gerekli hacme sahip olmasına rağmen; ne devlet nizamının tam olarak kurulabilmesi, ne de toplum düzeninin istenilen seviyeye çıkarılabilmesi mümkün olamamıştır. Çünkü Türkiye’de hukuk, herkesin sahiplendiği bir değer ve herkesçe arzulanan bir yapı olmamıştır.
Hukuka, angarya muamelesi yapıldığı bir ülkede, hukuk sisteminden ne ölçüde bahsedilebilir ki? Evet, ne yazık ki Türkiye’de bazı kişiler tarafından ve bazı durumlarda hukuk bir angarya olarak görülmektedir. Oysaki hukuk, hayatın olmazsa olmazıdır. Günümüz dünyasında bırakın hukukun yokluğunu düşünmeyi, bir an olsun hukukun dışına çıkmaktan ya da çok küçük bir hukuki boşluktan dahi söz edilemez. Çünkü ne devlet, ne de toplum, gelinen nokta itibariyle artık hukuksuz yapamaz. Hukuk geçmişte de önemliydi. Dünya tarihinde hukuk her zaman vardı. Ama günümüzdeki kadar elzem değildi. Nüfusun bu denli çoğaldığı, işlerin bu denli karmaşıklaştığı, ilişkilerin bu denli girift bir hal aldığı, kurumsallaşmanın bu denli arttığı, yapısal fonksiyonların bu denli ayrıntılar içerdiği velhasıl hayatın içeriğinin bu kadar yoğunlaştığı, tarifinin bu kadar zorlaştığı ve anlamanın bu kadar güçleştiği bir dünya gerçeği daha önce hiç yaşanmamıştı. Bunun içindir ki; günümüz dünyasıyla başa çıkabilmek için; devlet nizamını ve toplum düzenini tesis edebilmek için ve ikisi arasındaki ahengi muhafaza edebilmek için hukuk en önemli şeydir.
Hukukun anlam ve önemi, Türkiye’de zihinlere yeterince yerleşmiş değildir. Bu ülkenin insanı, hukukun ne kadar mühim bir şey olduğunu tam olarak idrak edebilmekten uzaktır. Bunu, hem devleti yöneten kişilerde görmek mümkündür, hem de toplumu oluşturan bireylerde görmek mümkündür. Hiç kuşkusuz devlet tarafından da toplum tarafından da hukuka bir önem atfedilmektedir. Lakin bu gerçek manada bir hukuk bilincine karşılık gelmemektedir. Hukukun anlam ve önemi, yüzeysel olarak algılanmaktadır. İnsanların ruhuna nüfuz etmiş bir hukuk algısı yoktur. Yani hukuk, ne devlet tarafından ne de toplum tarafından tam manasıyla kavranamamış, anlaşılamamış ve içselleştirilememiştir.
Hukukun Üstünlüğü
Hukukun üstünlüğü, hukukun temel ilkelerinin başında gelir. Bu ilkeye göre hukuk, devletin tüm organları üzerinde mutlak bir egemenliğe sahiptir ve hukuk, ülkede yaşayan herkesi bağlar. Hukukun en önemli prensiplerinden birisi olan hukukun üstünlüğü, çok geniş bir anlama sahiptir ve oldukça derin bir mana ihtiva eder. Öyle ki; eğer bir ülkede hukukun üstünlüğü varsa, o ülkede hukukun bir değeri vardır; eğer bir ülkede hukukun üstünlüğü yoksa o ülkede hukukun da bir değeri yoktur. Yani, bir ülkede hukukun üstünlüğü kabul edilmişse, hukuk bir anlam ve önem ifade eder; aksi takdirde hukuk işe yaramaz, içi boş bir kandırmacadan ibarettir.
Kanunlar, herkesi bağlar. Devleti, toplumu, insanları tümüyle kuşatır. Hukuk, herkese eşit mesafededir ve herkes için aynı sonucu doğurur. Aynı hukuk kuralı, farklı kişilere uygulandığında farklı sonuçlar ortaya çıkıyorsa, ülkenin hukuk sisteminde büyük bir sıkıntı var demektir. Hukukun üstünlüğü; hukukun herkese emredebilmesini, kanun hükümlerinin herkes için uygulanabilmesini ifade eder. Hukuk herkes içindir ve hukuk herkese lazımdır. Hukukun bizzat yokluğu bir kaos sebebi iken, hukukun var olması; ancak egemen unsur olamaması da bir kaos sebebidir. Eğer hukukun üstünlüğü söz konusu değilse, hukukun kağıt üzerinde var olması, pratikte hiçbir anlam ifade etmeyecektir.
Yargı kararları herkesi bağlar. Devletin, toplumun, insanların, yargı kararlarına uyması ve yargı kararının gereğini derhal yapması gerekir. Hâkimlerin itibarsızlaştırıldığı, mahkeme kararlarının hiçe sayıldığı, mahkemelerin formalite olarak görüldüğü bir yargı sistemi, hukukun üstünlüğünün aslında hiç önemsenmediğinin göstergesidir. Ortada bir mahkeme kararı varsa ve bu kararın uygulanması için insanlar acele etmiyorsa, yargının saygınlığı bitmiş demektir. Saygınlığı kalmayan bir yargının, hukukun varlığını idame ettirmesine de bir katkısı söz konusu olamaz.
Devlet yapısının üç temel sacayağı olan yasama, yürütme ve yargının, hukukun üstünlüğü esasına göre çalışması, hukuk devleti olmanın en öncelikli şartıdır. Hukukun üstünlüğünün benimsenmediği bir ülkede, gerçek manada bir hukuk devletinden de söz edilemez.
Yasama faaliyeti ile kanunlar yapılır. Ülkenin yasama organı olan meclis, hukukun üstünlüğü ilkesini içselleştirmeden kanunları yapmakta ise, ortaya çıkan kanunlar ne kadar hukuki olabilir? Milletvekilleri, hukukun ne kadar üstün bir kavram olduğunun; devlet nizamının kurulmasında ve toplum düzeninin sağlanmasında hukukun tek belirleyici unsur olması gerektiğinin farkında olmalıdırlar. Çıkarılan kanunlar, eğer hukukun üstünlüğü esasına göre yapılmışsa ülkeye bir faydası olur, eğer hukukun üstünlüğü esasına dayanmıyorsa bilakis ülkeye zarar verir. Devletin yapısı ve işleyişi, kanunlar ile şekillendirilir. Yapı ve işleyiş, hukukun üstünlüğü anlayışı çerçevesinde dizayn edilmiyorsa, bu ülkede hukuk sadece bir şekilden ibaret demektir.
Yürütme, bir bütün olarak ele alındığında, yani hükümet ve ona bağlı olarak tüm devlet kurum ve kuruluşları düşünüldüğünde; tüm bu mekanizmanın, hukukun üstünlüğü ilkesine göre işlemesi lazımdır. Yürütme, yapısı itibariyle çok büyük bir güce sahiptir. Bu gücün, ülkenin menfaati doğrultusunda, insan hak ve hürriyetleri çerçevesinde, Hak ve Adalet esasına göre kullanılması gerekir. Yürütme, tüm eylemlerinde hukuka bağlı kalmalı; iş ve işlemlerini gerçekleştirirken hukuki sınırlara riayet etmelidir. Kanunlar, emredildiği şekliyle tatbik edilmeli, kanunları hiçe sayan uygulamalara kesinlikle başvurulmamalıdır. Kanunlardaki olası boşluklardan yararlanarak, hukuk dışı uygulamalara sapılmamalıdır.
Hukukun üstünlüğünden söz edebilmek için yargının bağımsız ve tarafsız olması lazımdır. Mahkemeler, bağımsız değilse; hâkimler tarafsız olamıyorsa, böyle bir ülkede hukukun varlığından bahsedilemez. Yasama organınca yapılan kanunlara, devletin ve toplumun uyması, uymadığı takdirde yargı organı tarafından hukukun gereğinin yapılması lazımdır. Yargı, hukukun uygulanmasındaki arızaları giderebilmelidir. Hukukun üstünlüğünü içselleştirememiş bir yargı, ülkede hukukun tatbik edilmesini nasıl temin edebilir? Bağımsız ve tarafsız yargı, bir ülkede hukukun varlığının ve uygulanmasının teminatıdır.
Hukukun üstünlüğü mü yoksa üstünlerin hukuku mu? İşte can alıcı soru budur. Bir ülkede hukukun geldiği son nokta itibariyle, akıllara böyle bir soru gelebiliyorsa, o ülkenin hukuk sisteminde çok büyük sorunlar var demektir. Hukuk, toplumun tümü için değil de; toplumun ayrıcalıklı bir kısmı için işlev görür hale geldiyse, sadece bu kişilerin hakkını koruyup, diğerlerini mağdur ediyorsa sıkıntı büyük demektir. İnsanlar arasında ayrım gözetilmeksizin, herkesin hakkının ve hukukunun teminat altına alınabilmesi; ancak ve ancak hukukun üstünlüğü ilkesinin hayata geçirilmesiyle olur. Hukuk, ülkedeki herkesi ve her şeyi kapsamalı, devletin ve toplumun içine tamamen nüfuz etmeli, üstün otorite konumunda olmalıdır. 
Kanunlar, Hak ve Adaleti Esas Almalı
Hukuk, hakkaniyetli ve adaletli ise bir değeri ve anlamı vardır. Aksi takdirde Hak ve Adalet içermeyen bir kanun; ancak paçavradan ibarettir. Hak ve Adalet tektir. Herkesin kendine göre Hak ve Adalet anlayışı olamaz. Hak ve Adalet kisvesi altında, bazı kişilerin kendi iğrenç emellerini devlete ve topluma dayatması, hukukun bir menfaat aracı olarak kullanılması, sözde hukuk devleti anlayışının bir tezahürüdür.
Kendini Hak ve Adalete uydurmak yerine; Hak ve Adaleti, kendi pis çıkarlarına uydurmaya çalışanlar her daim yeryüzünde var olmuştur. Geçmişte olduğu gibi bugün de, kendi sapık ihtiraslarının kurbanı olmuş bu zavallılar, kâh uyanıklık yaparak, kâh zorbalık ederek, bazen sevdirerek, bazen de şiddet kullanarak kendi saçma hukuk anlayışlarını ülkelerinde ikame etmeyi başarmışlardır. Güce tapma anlayışının hâkim olduğu bu tip ülkelerde, hakikatin bazen kısa bir süreliğine, bazense uzun yıllar boyunca karartıldığı olmuştur. Güce tapanların, hakikat yerine gücün peşinde koşması; güç zehirlenmesine uğrayan yöneticilerin hakikati rehber edinmek yerine kendi hakikatlerini icat etmeye çalışmaları, kısa bir zamanda devletin ve toplumun çürümesine yol açmaktadır. Devletin ve toplumun, nesilden nesile uzanan, yüzyılları aşan bir hayatı olduğunu idrak etmeye çalışmak yerine; kendi kısacık ömürleri ile devletin ve toplumun varlığını sınırlandıran müsvedde yöneticiler, benden sonrası tufan anlayışı ile ülkelerini büyük felaketlere sürüklemekten geri durmamaktadırlar.
Hukuku talep edenlerin, hukuku yapanların, hukuku uygulayanların ve hukukla yargılayanların tamamı, Hak ve Adalet esasında buluşmuyorsa, gerçek manada bir hukuk tecelli etmiyor demektir. Sayılan her bir aşama, diğer aşamalarla doğrudan ilintilidir ve birbirini tamamlamaktadır. Hak ve Adalet, herkesin arzusu ve ortak amacı olmadıktan sonra, yarım yamalak bir Hakkaniyet düşüncesi ve eksik gedik bir Adalet duygusu ile hukuk sistemi kurulamaz. İnsanların, hukuka sahip çıkması ve yine hukuka saygı duyması; hukukun Hak ve Adaletli olması ile mümkündür.
Kanunlar yapılırken, neyi düzenlemek için yapıldığı ve nereye varılmak istendiği iyi analiz edilmelidir. İhtiyaca cevap verebilir kanunlar yapılmak isteniyorsa, önce ihtiyacın ne olduğu iyi anlaşılmalı, sonra da o ihtiyacı gidermek için yapılacak kanunun iyi tasarlanması gerekmektedir. Kanunlar yapılırken özverili olmak icap eder ve kolaycılığa kaçmamak lazımdır. Sırf yapmış olmak için yapılmış kanunların hiç kimseye fayda sağlamayacağı, bilakis ülkeye zarar getireceği akıldan çıkarılmamalıdır. İhtiyacı karşılamadıktan sonra, uzun kanun metinlerinin, ayrıntılı mevzuat düzenlemelerinin, hukuk sistemini karmaşıklaştırmaktan başka bir fonksiyonu olamaz.
Kanunun uygulanabilir olması çok önemlidir. Çok güzel yazılmış hukuki metinler kaleme alınabilir. Kâğıt üzerinde şahane duran bu kuralların, gerçek hayatta tatbik edilmesi mümkün müdür, diye dikkatlice bakmak lazımdır. Çeşitli sebeplerden dolayı, ülkede uygulanma olanağı bulunmayan ya da uygulandığında çok büyük karışıklıklara ve mağduriyetlere neden olabilme ihtimali bulunan hukuki düzenlemeler üzerinde iyice düşünmek gerekir. Ülke gerçeklerini tam olarak anlamadan ve yeterince analiz etmeden hazırlanan kanunların, pratik hayatta ortaya çıkarabileceği hatalar insanlara büyük zararlar verebilir ve daha sonrasında telafi edilemeyecek tahribatlara sebep olabilir.